Dünyanın Adrenalin Başkenti Queenstown

[singlepic id=1590 w=200 h=150 float=left]Şöyle bir yer düşünün: sadece 20000 nüfuslu, dağlarla çevrili, göl kıyısında, yemyeşil bir doğaya sahip, sokaklarında trafik lambası bulunmayan, 1,5 kilometrekarelik alana yayılmış şirin bir kasaba. Ve bu kasaba her yıl iki milyona yakın ziyaretçi çekiyor! İsmi Queenstown, belki çoğunuz duymamıştır daha önce. Yeni Zelanda’ya yolu düşen gezginlerin uğramadan geçmediği bir yer olmasının en büyük sebebi hemen hemen her türlü macera sporunu yapmaya imkan tanıması. Çok yönlü doğası sayesinde yazın doğa yürüyüşleri, su sporları, kaya tırmanışı ve skydiving gibi sporlar yapılabilirken, kış gelip kasabayı kucaklayan dağlar beyaza büründüğünde sadece Yeni Zelanda’nın değil dünyanın en iyi kayak ve snowboard pistleri açılıyor ziyaretçilere. Ve bütün bu yaydığı adrenalin hissine rağmen dünyanın en huzurlu yerlerinden biri. Dün televizyonda haberleri izliyordum da en önemli haber, Queenstown’lı bir çiftçinin koyun kırpma yarışmasında ödül almasıydı. Daha ne olsun? 🙂

[singlepic id=1563 w=200 h=150 float=right]Yeni Zelanda’ya girişte sıkı bir kontrolden geçtik, ülkeye her türlü yiyecek, içecek sokmak yasak olduğu gibi yanınızdaki hediyelik eşyaları bile iyice inceliyorlar, yapıldığı malzeme uygun olmadığı sebebiyle çöpe atmanızı isteyebilirler. Çantanızdaki yürüyüş ayakkabıları bile tabanında toprak var mı diye kontrol ediliyor, çünkü toprak taşımak demek farklı canlıları Yeni Zelanda’ya taşımak demek, bu da ülkenin ekolojik dengesini ve benzersiz doğal yaşamını tehdit ediyormuş! Hayatımda doğası bu kadar korunup özen gösterilen başka bir yer daha duymadım. Queenstown’a Avustralya’dan direk uçuşlar pahalı olunca ben de yakınlardaki Christchurch şehrine uçup orada zaman kaybetmeden otobüse atlayıp akşama doğru Queenstown’a varırım diye düşünmüştüm. İyi ki öyle yapmış ve Christchurch’te kalmamışım çünkü öncelikle Christchurch’te yapılacak pek bir şey yoktu. 22 Şubat 2011’de meydana gelen büyük depremde şehir büyük hasar aldı, binaların bir kısmı yıkıldı ve 188 kişi yaşamını yitirdi. İşin kötü tarafı şehir, büyük depremden sonra sık aralıklarla artçı depremlerle sallanmaya devam ediyordum, bir yıl içerisinde tam 12000 artçı deprem meydana gelmiş, sonuncusunun daha geçen akşam olduğunu söyledi otobüs şoförümüz. Bütün bu artçılar yüzünden şehir yaralarını tam olarak saramıyor, halkın bir kısmı şehri çoktan terketmiş bile. Üzücü.. Şehirde yapılacak tek atraksiyon havaalanının [singlepic id=1569 w=200 h=150 float=left]hemen yanında yer alan Antarktika Müzesi. Antarktika iklimini birebir tecrübe edebileceğiniz, penguenleri seyredip kar makinelerinde macera yaşayabileceğiniz bu atraksiyon şehirde kalmak isteyenler için iyi bir seçenek. Benim zamanım olmadığı için şehre inip otobüsün kalkacağı durağı aradım. Yeni Zelanda halkı çok canayakın, sosyal ve çok iyi espri anlayışına sahipler. Kendilerine kiwi diyorlar, evet bildiğimiz kivi meyvesi ülkenin sembolü olduğu için kendilerine böyle seslenmeyi uygun görmüşler 🙂 Otobüsle yedi saat yolculuğumuz olduğu için uyurum diye düşünüyordum ama daha şehirden çıkar çıkmaz karşımdaki manzarayı gördüğümde gözlerimi bir an bile kapatmaya fırsat bulamadım. O nasıl bir doğa öyle, tepeleri karla kaplı dağların çevrelediği göller, dağlardan bu göllere uzanan buzullar, uçsuz [singlepic id=1571 w=200 h=150 float=right]bucaksız tarlalar, yemyeşil ormanlar.. Ne ararsanız Yeni Zelanda’da bulabilirsiniz, başta Yüzüklerin Efendisi olmak üzere, King Kong, Narnia, Herkül gibi yapımların burada çekilmesi çok doğru bir tercih olmuş. Şoförümüz yol boyunca geçtiğimiz yerler hakkında bilgiler verdi ve bazı manzara noktalarında fotoğraf çekmemiz için durdu. Dikkatimi çeken şeylerden biri ülkenin her köşesinin, 1000 kişilik küçük kasabaların bile gezgin dostu olmasıydı. Kasabalarda mutlaka kalacak yerler, i-site isimli bir ziyaretçi merkezi (bedava harita ve bilgi edinip, tur satın alabileceğiniz yerler), kafeler ve pub’lar oluyor. Üstelik sırtçantalı olmak da değerli burada, sırtçantalı kartı olanlara (nereden alındığını bulamadım) müzelerde ve hostel’lerde güzel indirimler var. Zaten gencinden yaşlısına herkesin sırtında koca çantalar görüyorum, bavulla seyahat etmek burada moda değil anlaşılan.

İlk gittiğimiz kasaba çok şirindi, hemen yakındaki çiftçi marketinde özel bir kutlama varmış sanırım, üç kişilik yerel bir müzik grubu eğlenceli şarkılarıyla kasabaya canlılık katıyordu. Kafalarındaki çiftçi şapkaları ile tam hobbitlere benziyorlardı, zaten Yeni Zelanda halkı sürekli neşeli oldukları ve yemeyi içmeyi çok sevdikleri için aynı Orta Dünya halkı. Yaptıkları müzikler bile [singlepic id=1564 w=200 h=150 float=left]Shire’daki kutlamalara götürüyor insanı 🙂 Oradan ayrılıp suyun muhteşem bir renge sahip olduğu Tekapo Gölü’ne vardık ve orada doyasıya fotoğraf çekip son durağımız olan Queenstown’a doğru yol aldık. Yeni Zelanda’a geleceklere en büyük tavsiyem kesinlikle araba ya da karavan kiralamaları. Yollar bomboş, araba kullanması çok zevkli ve ülkenin her yanı muhteşem güzelliklere ev sahipliği yapıyor. Otobüslere bağımlı kalmaktansa harita alıp dilediğince dolaşmak, istenilen yerde mola vermek, küçük kasabalarda yerel halkla kaynaşmak, ucuza konaklamak, ucuza yemek harika olurdu. Üstelik Türk ehliyeti ülkede 6 aya kadar geçerli, sol tarafta kullanmak zorunda kalmanın dışında bir sıkıntı yok. Karavan kiralamak isterseniz de sayısız karavan parkı haritalar üzerinde işaretlenmiş, kamp yapmak isteyenler de unutulmamış. Bir sonraki ülkeye gelişimde birkaç yol arkadaşı bulup ülkeyi karış karış gezmeliyim, şu anda bile her geçen dakika ülkede geçireceğim bir haftanın ne kadar kısa olduğunu hatırlatıyor bana.

[singlepic id=1575 w=200 h=150 float=left]Queenstown’da 20000 kişi yaşayınca couchsurfing’ten host bulmak da problem oldu tabi ki. Ben de bir iki kişiye yazıp müsait olmadıklarını öğrenince daha fazla zorlamayıp hostel’lerden birinde kalmaya karar verdim. Nomad’s Backpackers son iki senedir ülkenin en iyi hostel’i seçilmiş. Onlarca tertemiz odası, duşu, saunası, dev mutfağı, ortak alanları ile devasa bir konaklama kompleksi. Parti isteyenler için de her akşam pub crawl yapılıyor, 25$ karşılığında 6 içki, yemek, t-shirt ve fotoğrafın dahil olduğu bardan bara gezmece. Kahvaltı ve akşam yemeği dahil gecelik 30 Yeni Zelanda doları (43TL)ödedim, Avustralya’da kaldığım yerlerle kıyaslanınca paranın karşılığını kesinlikle veriyor. Bu arada 1 Yeni Zelanda doları yaklaşık 1,5TL ediyor ve fiyatlar Avustralya doları ile aynı olunca daha ucuza gezmiş oluyormuş. Örneğin bir BigMac menü Avustralya’da da 8 dolar, Yeni Zelanda’da da. Hostele yerleşip [singlepic id=1579 w=200 h=150 float=right]kasabayı dolaşmaya çıktım. Aşırı rüzgarlıydı, zaten Yeni Zelanda’da bulunduğum sürece rüzgar hiç eksik olmadı. Kasabanın kalbi göl kıyısında atıyor, beş altı paralel sokaktan oluşan küçücük bölgede tam 120 restaurant ve kafe varmış! Balıkçılık önemli yere sahip olduğu için büfe arabalarında taze midyeler, balıklar, hatta yerel bir kuş etinden yemekler satılıyor. En beğendiğim yer ise kurabiyeci oldu. İki sıcacık kurabiye arasına dilediğiniz dondurmayı koyup veriyorlar, o kadar beğendim ki her gün akşam yemeğinden sonra birer tane götürüyordum 🙂 Dünyanın en iyi kurabiyesi olduklarını söylüyorlar, dünyayı bilmem ama benim yediğim en iyisi kesinlikle. Kasabanın değişik bir yemek anlayışı var bu arada, her şey eğlenceye [singlepic id=1583 w=200 h=150 float=left]vurulmuş. Örneğin fergburger diye bir hamburgerci var, hamburgerler insan kafası boyutunda, bitirebilirseniz bravo. Kapısında günün her saati uzun bir kuyruk var, buraya gelip de yemeden dönmek olmaz. Zaten “In ferg we trust” yazmışlar kapıya 🙂 Başka bir yerde ise 50cm’lik devasa pizzalar hazırlayan Fat’s Budger isimli bir pizzacı var. Lezzetli pizzaların tek dilimi ile üç kişi doyabiliyor. İki gün kasabada oyalanıp burada katılacağım iki aktiviteye rezervasyon yaptım: Skydiving ve Milford Sound gezisi. Daha yapılacak sayısız aktivite var, hepsini tecrübe etmek [singlepic id=1581 w=200 h=150 float=right]isterdim ama aşırı pahalı oldukları için seçim yapmak zorunda bıraktılar beni 🙂 Hiçbir şey yapmasanız bile sadece kasabada sıkılmadan hayatınızı yaşayabilirsiniz. Hostel’imiz de bu sırada bizi şaşırtmaya devam ediyordu: Pazar akşamı The World Bar’da barbekü partisi verdiler. Koca bir et tabağına sahip olmak için 4 dolara bir bardak bira almanız lazımdı, hiç bir şey. Bende bunun haricinde koca bir sürahilik bedava bira kuponu da vardı, barbekü sırası ne kadar içtiğimi hatırlamıyorum 🙂 Çoğu kişi gezgin olduğu için insanlarla tanışmak çok kolay, herkes güzel zaman geçirmeye bakıyor. Aynı odayı paylaştığımız İsveçli iki genç de macera sporları için gelmişler kasabaya, son birkaç gün onlarla takıldım. İkisi de 1.90 boylarındaydı ve Brad Pitt’e benziyorlardı, hafif kıskançlık duyguları beslemedim desem yalan olur 😛

Macera sporlarına gelince.. Hepsi son derece orjinal ve birbirinden güzel olduğu için ayrı başlıklar altında listelemeye karar verdim. Yazıyı okuduktan sonra buraya gelip de yapmak isteyenler olur belki, kim bilir 🙂

Skydiving

Yolculuğumun en merakla beklediğim anlarından biriydi skydiving. Yeni Zelanda’da skydiving yapmak dünya gezginlerinin olmazsa olmazlarından. Ben de internete baktım, her yerde en iyi atlayışların Queenstown ve çevresinden yapıldığını yazıyordu. 9000, 12000 ve 15000 feet’lik üç ayrı atlama seviyesi var, yükseğe çıkıldıkça serbest düşüş süresi uzuyor. Fiyatlar da 270 ile 425 dolar arası değişiyor, fotoğraf ve video’nuzun olduğu DVD’yi isterseniz bir 165NZD daha ödemeniz lazım. Peki bu aşırı yüksek fiyatını hakediyor mu derseniz, evet ediyor!

[singlepic id=1609 w=200 h=150 float=left]Şanslıymışım ki Queenstown’da son üç haftadır devam eden açık ve güneşli havaların o gün son günüymüş, ertesi günden itibaren hava bozacak ve skydiving aktiviteleri ertelenme riskiyle karşı karşıya kalacakmış. Sabah buluşma noktasına gittiğimde benimle birlikte Almanya’dan Steffi bekliyordu. Onun da ilk atlayışıydı ve suratındaki o artan heyecanı ve tedirginliği görmek çok eğlenceliydi 🙂 Çok geçmeden hobbite benzeyen bir adam minibüsüyle bizi aldı ve göl kenarında harika manzarası olan bir yoldan atlama noktasına doğru sürmeye başladı. Yolda tecrübeli atlayışçılar oldukları her hallerinden belli olan üç çılgın kişiyi aldık. Sonradan öğrenecektik ki onlar beraber atlayacağımız hocalarımızmış. Atlama yeri küçük bir ofis ve uçak pistinden oluşuyordu. Ofiste işlemlerimizi yaptıktan sonra atlarken dikkat etmemiz gereken noktaları anlattıkları bir briefing verdiler. Kıyafetlerimizin içine girdik ve [singlepic id=1610 w=200 h=150 float=right]uçağımızı beklemeye başladık. Bu sırada beraber atlayacağım Cornelius’la laflıyorduk. Bir Afrika ülkesi olan Namibya’da doğmuş ve hayatını paraşütle atlamaya adamış üşütük biri. Toplam 3500 atlayışı varmış ama asıl tutkusu Base Jumping’miş. Base Jumping nedir bilmeyenler için yazayım, adını oluşturan dört harfin açılımı, yani b building (bina), a antenna (anten-kule), s span (köprü) ve e earth (uçurum) gibi sabit objelerden paraşüt ile atlanan ve oldukça tehlikeli olan bir spor. Gökyüzü gibi boşlukta olmadığınız için küçük paraşütünüzle çok ince manevralar yapabilir seviyede olmanız gerekir ve paraşüt açmada en ufak bir gecikmede hızla yere çakılma riski var. Dünyada base jumper’ların sayıları çok [singlepic id=1614 w=200 h=150 float=left]olmadığı için genelde birbirleriyle iletişim halinde oluyorlarmış. Örneğin Cornelius geçen yıl Brezilya’ya gitmeden önce oradaki atlayıcılara haber vermiş. Hem evlerinde kalmış, hem de canları her istediklerinde buldukları her yükseklikten atlamaya başlamışlar. Kesinlikle bulaşmalıyım bu işe, önce skydiving lisansımı alıp 500 kadar atlayıştan sonra base jumping’e geçebileceğimi söyledi hocam. Bu arada lisanslı skydiver’lar için solo atlayış ücreti 80 dolarmış, aradaki farka bakın. Tek sorun o bölge zorlu koşullara sahip olduğu için en az B lisansına sahip olmak gerekiyormuş (2. seviye). Biz konuşmaya dalmışken oldukça havalı uçağımız yanaştı, Cornelius da video’yu açıp deneyimi an an kaydetmeye başladı. 12000 feet’ten atlamayı seçmiştim ben, Steffi benden sonra atlayacaktı. Uçak hızlanıp yükselmeye [singlepic id=1615 w=200 h=150 float=right]başladığında harika bir manzara uzanıyordu altımızda. Yüzüklerin Efendisi’ndeki birçok mekan çevrede çekilmiş, Cornelius bak burası Mordor, burası Isengard diye gösteriyordu 🙂 Barometremiz 12000’i gösterdiğinde uçağın kapısını açmamı işaret etti, beklenen an gelmişti. Birbirimize bağlı halde yavaş yavaş uçağın kenarına oturduk, şiddetli rüzgar bizi tüm gücüyle kendine doğru çekiyordu. Cornelius’un hamlesiyle kendimizi boşluğa bıraktığımız anda zaman durmuştu.. Geriye doğru ters takla attığımızı hatırlıyorum, ardından 45 saniyelik serbest düşüş. Boşlukta süzülmenin keyfi, yeryüzünün hızla yakınlaşması, tüm vücudumu saran adrenalin hissi, mutluluktan ağzımı [singlepic id=1620 w=200 h=150 float=left]bile kapatamamam. Toplam 220km/saat hıza ulaştık, hocam zamanı geldiğinde paraşütü açtı ve aniden yukarı fırladık. Gerisi manzaranın keyfini çıkartıp yavaşça alçalmaktan ibaretti. Paraşütü kullanarak daireler çizdim ve uçağımızın kalktığı alana doğu yöneldik. Yavaş dediğime bakmayın bu arada, düşüş gayet hızlı ve sert oluyor. Bir taraflarını kıranlar ya da yuvarlana yuvarlana konanlar çok nadir görülmüyormuş. Neyse bizde herhangi bir sorun yaşanmadı da başarıyla tamamlamış olduk atlayışımızı. Aşağıda uzun süre ağzım kulaklarımda, boş boş bakınarak [singlepic id=1625 w=200 h=150 float=right]dolanıp durdum. Beni o sırada video’ya çeken Cornelius’a ne dediğimi bilmiyorum 🙂 Steffi ile hocasının atlayışını izledik, onlar da başarıyla iniş yaptıktan sonra ofise geçtik. DVD’lerimizin hazırlanmasını beklerken orada çalışan İskoçyalı şeker bir kadın bizi arabasıyla hemen yakındaki Glenorchy kasabasına götürmeyi teklif etti. Kasabanın toplam nüfusu 500, herkes balıkçı ya da çiftçilikle uğraşıyor. İskelesindeyken gölde yüzmek uygun mu diye sordum, su sıcaklığı 8 dereceymiş 🙂 Buzullardan eriyen suların oluşturduğu bir göl olduğu için çok soğukmuş. Kano burada popüler bir aktivite ama yanlışlıkla suya düşenler yandı, geçmişte hipotermiden ölen çok kişi olmuş. Üstelik kano yaparken sizi deniz aslanları kovalıyormuş. Kanoyu bile ekstrem spor haline getirmişler anlayacağınız 🙂

Bu arada atlayış yaptığım firmanın ismi Skydive Paradise idi. Gayet profesyoneller, hocaları arkadaş canlısı ve en ucuz seçeneği sunuyorlar. Tavsiye ederim.

Bungy Jumping

[singlepic id=1627 w=200 h=150 float=left]Bungy Jumping’in ilk olarak Queenstown’daki Kawarau Köprüsü’nde yapılmaya başlandığını biliyor muydunuz? Her geçen yıl daha da popülerleşen ve dünyanın her yerinde yeni atlama noktaları açılan bu ekstrem sporun merkezi Yeni Zelanda. Birçok seçeneğiniz var. İster orjinal bungy jumping deneyimi için Kawarau’dan atlayabilir, ister Yeni Zelanda’nın 134 metrelik en yüksek atlayışı için Nevis Jump’ı deneyebilir, isterseniz de freestyle bungee denilen Ledge Jumping’i de yapabilirsiniz. Freestyle atlayışta sizi ayak bilekleriniz yerine belinizden bağlıyorlar ve sayısız atlayış tipinden hangisini yapmak istediğinizi soruyorlar. Düz takla, ters takla, yana salto, süpermen atlayışı, iki kişi atlayış, her şey hayalgücünüze kalmış. Atlayış ücretleri 180-260$ arası değişiyor. Nepal’de dünyanın en iyi noktalarından birinde 60 euro’ya atladığımı düşününce fazla pahalı geldi ama daha önce yapmadıysanız ve bunu hayatınızda tek sefer deneyecekseniz, orası Queenstown olmalı.

Bu arada Yeni Zelanda’da bedava Bungy Jumping yapmanın bir yolu var. Eğer cesaretiniz varsa ve paranız yoksa AJ Hacket atlama noktasına gidiyorsunuz ve atlayışınızı yapıyorsunuz. Tek şartları var: atlayışınızı tamamen çırılçıplak yapmalısınız 🙂

Canyon Swing

Bungy’e benzer ama ondan daha adrenalin yüklü bir aktivite Canyon Swing. Kanyonun iki ucunda kalın halatlar var, biri size bağlanmış diğeri karşı tarafa çakılı halde. Atla dedikleri anda kendinizi boşluğa atıp ileri doğru yüzlerce metre sallanıyorsunuz. Bungy’den daha heyecanlı çünkü swing’de serbest düşüş süresi çok daha fazla ve daha yüksek hıza ulaşıyorsunuz. İlk sallanmadan sonra ise 200 metrelik yürek hoplatan ikinci bir düşüş var. Fiyatı 200$.

Canyon Swing benim için fazla heyecanlı diyenler için ziptrek diye bir aktivite sizi bekliyor. Sabit kabloya asılı halde dağın tepesinden aşağı 70 km/saat hızla düşüyorsunuz. Belli yerlerde yürek hoplatıcı olsa da genelde manzaranın keyfini çıkarma şeklinde süren bu aktivitenin ücreti 180$.

Jet boating

[singlepic id=1628 w=200 h=150 float=left]Yeni Zelanda’da doğmuş başka bir çılgın aktivite. Jet boating’de yaklaşık 20 kişiyle beraber özel dizayn edilmiş süper sürat motorlarından birine geçiyorsunuz. Kaptanınız size göl ve bulunduğunuz kanyon hakkında güzel bilgiler verirken bir anda gaza basmaya başlıyor, ilerlediği yer bir koca bir kaya parçası! Yaklaşıyorsunuz, yaklaşıyorsunuz, tam çarpacağınızı düşünürken ani bir manevra ile 180 derece geri döndürüyor motoru şakacı kaptan. Bunun gibi birçok heyecan yaşatıyor size, 360 derece dönüşler, alabora olma tehlikesi.. Bir saat sürüyor ama indikten sonra yeterince yaptığınızı düşüneceksiniz zaten 🙂 Fiyatı 95-130$ arası.

Canyoning

Kıyafetleri üzerinize geçirip, ipe bağlı bir şekilde azgın suların arasında ilerlenen spora canyoning deniyor. Kimi yerde baş aşağı şelaleden süzülüyorsunuz, dar yerlerden geçmek zorunda kalıyorsunuz, yüzüyorsunuz, atlıyorsunuz, kimi yerde ise mağaralara girip 100 metre yukarı ip tırmanmanız gerekiyor. Yeraltı tünellerinden ve kapkaranlık odalardan geçtiğiniz bu macera kulağa harika geliyor. En çok yapmak istediğim şeylerin arasındaydı, ama bütçeyi çok sarsacağı için yapmadım. Kanyonun kalitesine ve aktivite süresine göre fiyatları 185-420$ arası değişiyor.

Rafting

Rafting ikiye ayrılmış. Hepimizin bildiği, nehirden ilerleyerek küreklere asıldığınız tipine whitewater (beyaz su) rafting diyorlar, Queenstown’da asıl popüler olan tipi ise blackwater (kara su) rafting, yani karanlık mağaralarda ilerleyerek yaptığınız şekli. Nehirlerdeki rafting bile 4. ve 5. seviye (oldukça azgın sular demek) iken bunu mağara içinde önünüzü sadece kafa lambanızdan çıkan küçük ışığın aydınlattığı sularda yaptığınızı düşünün. Şelale düşüşleri ve zifiri karanlık odalar klostrofobik bünyelere çok iyi gelmeyecektir ama tecrübeli rehberinizin yönlendirmelerine uyduğunuz sürece kötü bir sürprizle karşılaşma ihtimaliniz çok düşük. Fiyatı 200$ civarı.

Luge

Go Kart’ı bilirsiniz. Go Kart’ın yokuş aşağı inmecesi olan luge için iki pist inşa etmişler. Biri geniş bir yola ve dik olmayan yokuşlara sahipken, ikinci seçenek tam heyecan patlaması yaratıyor. Dimdik yolda çevreniz diğer sürücüler tarafından sarılmışken inmeye çalışın. Aşağıda ise sizi tekrar yukarı çıkartmayı bekleyen bir gondol var. Luge’ten keyif almasanız bile yukarıdaki manzaradan keyif almanız garanti.

Dağ bisikleti

[singlepic id=1582 w=200 h=150 float=left]Dağ bisikleti kiralayıp dar patikalarda, ormanların içinde, yokuş aşağı serbest stilde ilerleyerek macera yaşayanların sayısı hızla artıyor burada. Her sene yeni bisiklet parkurları kuruluyor, detaylı haritalar hazırlanıyor ve sadece bisiklet ve bisiklet malzemeleri satan mağazalar açılıyor bu spora gönül verenler için. Yer yer de aynı arabalarda olduğu gibi bisiklet modifiye dükkanları mevcut. 31 Mart-9 Nisan tarihleri arasında ise kasabada Bisiklet Festivali düzenleniyor. Kasaba da tamamen bisikletli dostu haline getirilmiş, oldukça yokuşlu olan merdivenli sokaklarda bisikletçiler için zigzag yanyollar yapılmış. Toplu taşımalarda ise bisiklet için özel bölümler var. Bayıldım.. Dağlara çıkıp parkurlarda gezmek, tozu dumana katmak, şelalelerin altından, köprülerin üstünden geçmek isteyen doğa tutkunlarına da kolay gelsin diyorum, gerçi bisiklet rehberinde “kolay” diye geçen pek yer bulamadım 🙂 Güvende kalmak ama bu macerayı yine de yaşamak istiyorsanız, düzenlenen toplu turlardan birine katılın derim. Fiyatı 200 dolar. Günlük dağ bisikleti kirası ise 30$. Ben burada yaşasam kesin bir tane dağ bisikleti alıp takılırdım herhalde. Çok cezbedici gözüküyor 🙂

Heli-ski

Kış gelince, Queenstown’da popüler bir spor dalı öne çıkıyor. Kayak. Ama herkes kayak yapar, özelliği ne buranın derseniz helikopterden atlayarak yapılan türüne imkan tanıması derim. Belli bir pisti olmayan dağ yamacına yüksekten atlıyor ve aşağı kadar hızla süzülüp çığdan korunmaya ve düşüp yuvarlanmamaya çalışıyorsunuz. Sadece en iyi kayakçıların yapabileceği zorluğa sahip, çünkü en ufak bir hatanın ne tür sonuçlar getireceği ortada. Tam anlamıyla ekstrem kelimesinin hakkını veren bir spor bu, benim de asla yapmaya cesaret edemeyeceğim bir şey. Videolardan izlemeye devam 🙂

Paraşütçülük

Dağları, tepeleri, gölleri bol olan bu yerde paragliding (yamaç paraşütü), parasailing (gölde ilerleyen sürat motoruna bağlı paraşütçülük) ve handgliding (üçgen paraşüte elle tutanarak ilerlemece) de öne çıkan sporlardan. Manzara izlemekten fazlasını arayanlar dağların arasındaki dar geçitlerden ilerleyerek, taklalar atarak gerçekleştiriyor bunu. Bazıları da kış aylarında ayaklarına kayak takımlarını geçirerek bir adım öteye taşımışlar sporu. İsmi ski-gliding. Kar olan yerde kayakla ilerleyip uçuruma geldiklerinde havalanarak bir sonraki yamaca konuyorlar. Bunun için mükemmel bir el-ayak koordinasyonuna sahip olmak gerekli. Aynı anda kitap okuyup şarkı söylemeye benziyor diyeceğim ama sanırım çok daha zoru 🙂

Trekking

Dünyanın en güzel trekking yolu seçilen Milford Track kesinlikle tavsiye edilir. Toplam 53,5 km boyunca uzunluğa sahip ve her gün sadece 80 kişinin yürümesine izin veriliyor. Ve bu yürüyüşü yapmadan önce izin için adınızı listeye yazdırıp yaklaşık 6-10 ay kadar beklemeniz lazım. İnanılmaz değil mi? Burada izin için bekleyecek zamanınız yoksa sizi memnun edecek bir dünya başka trekking rotası var. i-site merkezlerindeki haritalardan birini edinip seviyenize uygun olan birine başlayabilirsiniz. Harita üzerinde kamp alanları, temiz su kaynakları, tuvaletler, yemek yerleri tek tek işaretlenmiş, kaybolmanız imkansız. Yalnız bazı yollar özellikle soğuk aylarda (Nisan sonu-Ekim sonu arası) çığ tehlikesi ve aşırı rüzgar nedeniyle kapatılıyor, yola çıkmadan önce iyice soruşturmakta fayda var.

Milford Sound

[singlepic id=1600 w=200 h=150 float=right]Gelelim katıldığım bir diğer aktivite olan Milford Sound günlük gezisine. Tanıştığım ve buraya yolu düşmüş her gezgin illa Milford Sound’u görmemi tavsiye edip duruyordu. Dünya turu planımı yaparken ismini hiç duymamıştım, duyduktan sonra biraz araştırınca ne kadar ayıp ettiğimi anladım. Birçok dergi tarafından dünyanın en çok ziyaret edilmesi gereken destinasyonu seçilmiş! Milford Sound temelde bir fiyort. Fiyort, çok eski çağlarda buzulların dağları yardıktan sonra çekilmeleri ve erimeleri sonucu orada kalan su oluşumu anlamına geliyor. Dik yamaçların komşuluk yaptığı suyun derinliği yer yer 1000 metreyi bulabiliyor! Norveç’teki fiyortları ve oralarda devasa gemilerle yapılan cruise gezilerini duymuşsunuzdur. İşte Yeni Zelanda Norveç’le beraber dünyanın en güzel fiyort manzaralarına en sahipliği yapıyor. Dünyada bu iki yer dışında fiyort görebileceğiniz yerler İzlanda, Grönland, Patagonya, Faroe Adaları ve Kanada.

Milford Sound Yeni Zelanda’nın en büyük ulusal parkı olan Fiordland National Park’ın içindeki 14 fiyort’tan en büyüğü ve en popüleri. Ülkenin tam üçte birini ulusal parklar oluşturuyor ve Fiordland aynı zamanda en çok yağış alan ulusal park özelliğini taşıyor. Temelde yağmur [singlepic id=1598 w=200 h=150 float=left]ormanlarından oluşan bölge bir yıl içinde tam 12 metre yağış alıyormuş, Yani Londra’ya bir yılda yağan tüm yağmur buraya sadece 12 saat içinde düşüyormuş! Subtropikal bir iklime sahip olduğu için (45 derece güney) ne çok sıcak ne çok soğuk olan yer dünyanın en nadir hayvanlarına da ev sahipliği yapıyor. Özellikle tüm dünyada toplam sayısı 200 olan bir kuş türü varmış, hükümet onları korumak için elinden geleni ardına koymuyor. Bu arada Yeni Zelanda’da doğanın bu kadar bozulmamış olmasının sebebi insan yerleşiminin çok geç başlamasıymış. İlk yerleşimciler adaya sadece 800 yıl önce ayak basmış, Antarktika’yla birlikte yaşamın en geç başladığı yer imiş. Avustralya’daki aborjinlerin adada 40000 yıl önce bile cirit attıklarını düşünürsek gerçekten çok geç bir tarih.

[singlepic id=1588 w=200 h=150 float=right]Şoförümüzün bize verdiği bu bilgileri dinlerken Japon tur grupları gibi elimizde kamera her gördüğümüz yeri fotoğraflamaya çalışıyorduk. Birçok noktada fotoğraf molası verdik, Mirror Lake (Ayna Gölü), Chiasm (Kiyazma) ve Valley of 1000 Waterfalls (Bin Şelale Vadisi) gibi inanılmaz yerlerde durduk. Özellikle Bin Şelale Vadisi çok büyüleyiciydi, yağan şiddetli yağmur suları yüksek dağların tepesinden kendilerine yol bulup ince şelaleler halinde yüzlerce metreden dökülüyorlar. Aşağıda ise devasa buz kütleleri yağmur suları tarafından eritilmeye direniyor adeta. Yol üstündeki Te Anau diye bir kasabada ihtiyaç molası verdiğimizde şoför hemen köşedeki turtacıda (Miles Better Pies) dünyanın en iyi turtalarını [singlepic id=1594 w=200 h=150 float=left]yiyebileceğimizi söyledi. Zaten içeri girer girmez önümdeki sırayı görünce iyi bir yer olduğuna hak verdim. Tazecik turtalardan tavuklu kremalı bir tanesini yedim, gerçekten çok iyiydi. Onlarca çeşidi var, üstelik fiyatı da gayet uygun. Diyorum ya Avustralya’dan sonra burası bütçem adına çok iyi geldi 🙂 Te Anau’dan ayrılıp ilerlerken birçok koyun çiftliğinden geçtik. Ülkedeki koyun sayısının insan sayısından fazla olduğunu duymuş olabilirsiniz, zaten pek insan yaşamıyordur diye çok önemsemedim ben ama yol sırasında ilerlerken acı gerçekle yüzyüze kaldım: her yerdeler! Sabahtan akşama kadar ot yiyip duruyorlar, ne biçim hayat. Ben film yönetmeni olsam “Koyunların Terörü” isimli bir korku filmi çekerdim, Yeni Zelanda’lıların kesin gizli fobisi vardır bu garip hayvanlara karşı. Peter Jackson çekmiş miydi yoksa bu filmi? Bakayım ona bir ara..

[singlepic id=1602 w=200 h=150 float=right]Bir avuç insanın yaşadığı Milford kasabasına vardığımızda limana parkettik ve bizi alacak cruise gemisini beklemeye başladık. İçeride bizi harika bir açık büfe mutfağı bekliyordu, midemize bayram ettirdikten sonra üst kata geçip manzarayı seyre daldık. Milford Sound’taki dağların özellikleri okyanus tabanından dimdik olarak yükselmeleri, özellikle bir tanesi dünyanın bu alanda en yükseğiymiş (su seviyesinden 1600 metre yükselerek). Bu da bölgeye girer girmez nefes kesici bir manzara sunuyor. Gün boyunca sürekli yağmur yağdığı ve hava kapalı-sisli olduğu için tüm alanı tam olarak göremedik, fotoğraflarımız da o yüzden yetersiz kaldı ama rehberler burayı gezmek için en güzel [singlepic id=1606 w=200 h=150 float=left]dönemin yağmurlu günler olduğunu aksi halde şelalelerden hiçbirini göremeyeceğimizi söyledi. Şelaleler gerçekten güçlüydü, gemi birkaç tanesinin dibine kadar yaklaştı, suyun o gürültüsü, geminin şelalenin gücüne karşı koyma çabası inanılmazdı. Ardından Discovery Center diye bir yere gittik, buradaki sualtı yaşamı zengin olduğu için milyonlarca dolar harcayıp uygun bir koya gözlem merkezi inşa etmişler. Yerin 60 metre altına inip doğal yaşamındaki balıkları ve siyah mercan denilen ama aslında rengi beyaz olan mercanları izliyorsunuz. Gemimiz bizi alıp limana geri bıraktığında 2,5 saat geçmişti, otobüse atlayıp bu sefer mola vermeden 4 saat içinde Queenstown’a geri döndük. Herşey dahil tüm gezi için 149$ verdim, fiyatlar tur şirketlerine göre çok değişken ve bulabildiğim en ucuzu buydu. Haberiniz olsun.

Franz Josef & Fox Buzulu

Yaz aylarında bile buzullarla kaplı olan bir yer. Penguenler, deniz aslanları ve balinalar gibi kutup canlılarını izleyebileceğiniz bölgede içi masmavi renge bürünmüş buz mağaraları var, içlerinden geçerken hayatınızın en unutulmaz anlarını yaşamanız garanti. Hayır Antarktika’dan bahsetmiyorum, Yeni Zelanda’nın güney adasının batısında yer alan Franz Josef ve Fox Buzulu burası. Queenstown’dan günübirlik ve kalmalı turlar düzenleniyor. Hem Patagonya’da buzulları göreceğim, hem uygun kıyafetim ve zamanım olmadığı için burayı pas geçmek zorunda kaldım. Ama Yeni Zelanda’nın en popüler üç noktasından biri olduğunu söylemeliyim. Yılda 300000 ziyaretçinin aşındırdığı bu buz diyarına yapılan tam günlük turun fiyatı 160-180$, buz tırmanışı yapmak isterseniz ise 256$ vermek zorundasınız.

Mt Cook

Yeni Zelanda’nın en yüksek dağı. Güney Adası’nın ortasında bulunuyor, skydiving’e gittiğimde zirvesini uçakla görebiliyorduk. 3754 metrelik dağın üzerinde tam 72 buzul var, dağcılar ve trekker’lar için zorlu koşullar yaratmada oldukça başarılı bir bölge. Tırmanışçılar için birçok rota açılmış, dağcı olmayanlar ise helikopter gezileri yaparak ya da dağın eteklerindeki yürüyüş yollarını aşındırarak keyfini çıkartabilir bu doğa harikasının. Günübirlik fotoğraf gezisi ücreti 100$.

 

Böylece bir gezi ve aktivite rehberi şeklinde hazırladığım Queenstown yazımın sonuna geldim. Bahsetmediğim binicilik, kaya tırmanışı, golf, kano, Yüzüklerin Efendisi safarisi, şarap bağları gibi bir ton şey daha var bu şahane kasabada yapılabilecek. Buraya tam anlamıyla bayıldım ve ismini tekrar ziyaret edilecek yerler listesinde üst sıralara yazdım. Umarım bu taraflara yolu düşenlerin faydalanacağı bir kaynak olmuştur. Yazımı bitirirken herkese rutinden uzak bir hayat ve bol maceralı geziler diliyorum 🙂

NOT: Bu arada Kanadalı gezgin arkadaşım Andrea bir arkadaşı ile Yeni Zelanda’da 10 hafta sürecek bir bisiklet yolculuğuna başlıyor. Ülkeyi güneyden kuzeye köşe bucak pedallayacaklar, bunu yapmalarının sebebi bir hayır kurumu için bağış toplamak. Ben de onun amacına bir katkıda bulunmak adına sitesini tanıtayım dedim. Eğer bir el de siz uzatmak isterseniz bu siteye girip iyi kötü birşeyler bağışlayabilirsiniz. Maceralarını okumak isterseniz de adresleri: Biking NZ

You may also like...

26 Responses

  1. uğur says:

    ciddi ciddi meraklanmaya başlamıştım. avusturalya’dan sonra Yeni Zelanda’ya girişindeki kontrollerin uzun süreceğini ve dediğin gibi ayakkabıların altlarının bile aranacağını biliyordum. uzun süre de bir yazı gelmeyince merak ettim; acaba ülkeye giremedi mi diye. meğer Bekran Bey 12.000 fite çıkmayı bekliyormuş 🙂 (iki kurabiye arasında dondurma koymayı da diyebiliriz belki)

    şuana kadar üç kere okudum ve daha da okurum bu yazıyı. fotoğrafları hiç saymıyorum zaten. bahsettiğin gibi doğal güzellikler konusunda dünyadaki en güzel yer bu ülke. türklere yaklaşımları -ki vize ücreti bile talep etmiyorlar-, misafirperverlikleri ve eğlenceli hayatları. sanırım dünyaya gelmiş her insan Yeni Zelanda’yı görmeden ayrılmamalı. en azından ben öyle yapıcam 🙂

    kesinlikle ama kesinlikle çok detaylı ve faydalı bir yazı. macera arayan kim varsa okumalı ve okutulmalı. teşekkürler Bekran. unutmadan, sakın Yeni Zelanda’yı bir yazıyla sonlandırayım deme 🙂 yetmez, yetemez!

    • Bekran says:

      Yeni Zelanda’da o kontrolleri görünce ben de acaba almayacaklar mı beni diye düşünmeye başladım ki çok sevimli vize ve güvenlik görevlilerine denk gelince sorun çıkmadı. Diyorum ya hobbit gibiler 🙂

      Evet, Yeni Zelanda herkesin listesinde üst sıralarda olmalı. Çok uzak olması cesaret kırıcı, o yüzden öyle 1 haftalık tatilde gidilecek bir yer değil. En az 2-3 ay geçirilip tadı çıkartıla çıkartıla dünyanın en şirin kasabaları ziyaret edilmeli, dünyanın en güzel yürüyüş yollarında yürünmeli, en güzel manzaralara karşı uçaklardan atlanmalı, nefes kesici buz mağaralarının içinden geçilmeli..

      Yazımı beğendiğine sevindim. Üzgünüm ama bundan sonra bir yazım daha var sadece, çünkü biliyorsun her şehir başına tek yazı yazıyorum. Sonra da ülke notları. Burada da çok bir şey yapamadım gerçi ya 🙂

  2. hayriye says:

    Bu yazınla yaşayan Büyük Larousse olduğunu tasdikliyorum 🙂

    teşekkürler Bekran.

    Parlak, büyük bir ışık veren mum gibisin.

    • Bekran says:

      🙂 Biraz faydam olduysa ne mutlu. Çok teşekkürler güzel yorum için, ben de bunlarla besleniyorum 🙂

  3. muhsin says:

    Bekran çok teşekkürler araştırmıştım yeni zelandayı ama bilmediğim konularda özellikle yapmam gereken aktivitiler konusunda çok yardımcı oldun şu vizenin biran önce gelmesini sabırsızlıkla bekliyorum.

    • Bekran says:

      Umarım vizede bir sorun çıkmaz da bu müthiş ülkeyi görme şansını yakalarsın 🙂

  4. MariaLopez says:

    Ah Bekran ne yaptin! Japonya’yi gezmek icin para biriktirmeye karar vermisken bu da nerden cikti? İs imkanlari var mi acaba yerlesesim geldi.

    • Bekran says:

      🙂 Yeni Zelanda’yı gördükten sonra Japonya’dan sonra favori 2. ülkem ilan ettim hemen. Ama İngilizce konuştuklarını hesaba katarsak yaşamak ve çalışmak için Japonya’dan daha uygun bir seçenek tabi ki. İş imkanı çok, yabancılara ihtiyaç duyuyorlar ve iyi maaş veriyorlar. Şansını denememek için hiç sebep yok 🙂

  5. vedat guzey says:

    Sevgili Bekran yazılarını heyecanla okuyorum.Lütfenyazılarına fazla aralık verme. (Şaka şaka) gezmiş gibi oluyorum.Bu duygu için teşekkürler.yolun açık olsun.

    • Bekran says:

      Ben teşekkür ederim beni takip ettiğiniz için. Bazen öyle zaman geliyor ki yazı yazmak için rahat rahat oturamıyorum bile. Havaalanında, kafede, nerede internet bulursam yarım saat içinde yazıp postalamaya çalışıyorum yazımı, sonrasında da okuyamıyorum bile. O yüzden gecikme olunca kusura bakmayın 🙂

  6. KM says:

    Yalnız Kiwi, Yeni Zelanda’ya özgü uçamayan bir kuş ve kendilerine onu referans alarak kiwi diyorlar, kivi meyvesiyle ilgisi yok Bekran 😀

  7. Bekran says:

    🙂 Evet haklısın, şimdi baktım wikipedia’ya. O zaman onlar da meyveye kiwi demeselermiş, o da yerel bir meyve. Kafa karıştırmaktan başka bir şey değil yaptıkları 🙂

  8. KM says:

    O da dogru ama aslında onlar degil digerleri yani bizler böyle yanlıs bir ilişkilendirme yapıyoruz meyveyle genelde:D Ayrı bi not olarak da, ben su an orada yasıyor olabilirdim, esim harika bi ücretle iş teklifi almıstı daha evli degilken, ah ah, simdi o da ah ediyor ama ne fayda, bu yazıyı görse iyice icine oturur:P Vize işini sen nasıl hallettin Bekran kısaca bilgi verir misin?

    • Bekran says:

      Ben iş teklifi alsam herhalde bir saniye düşünmeden giderdim ve hayatımın sonuna kadar da yaşardım 🙂 Vize işi kolay oldu aslında, istedikleri belgeleri İstanbul’dan kargoyla Ankara’daki konsolosluğa gönderdim. Bir hafta sonra da elime geçti, zaten vize ücreti almıyorlar. Tek şartları yola çıkmadan çok önce değil de, en fazla 1 ay önce başvurulması. Ben 6 ay önce başvurmuştum ilk olarak, dosyayı aynen geri gönderdiler sonra başvurmam için.

    • KM says:

      İşte o zaman “uzak, nasıl olur vs” demiştik, halbuki tek şartları da sadece “en az bir yıl” orada kalmaktı, maaş da pound üzerindendi:D Neyse kısmet degilmiş iste belki sonra yine olur. Ucret alınmaması ne kadar hos yaa, ben su acıdan sormustum, mesela Tayland vs bi yerdeyken olur da ucuza bilete denk gelirsem oralardan vize alınabiliyor mu acaba diye. Ama madem ucretsiz buradan alarak gidip oradan bilet uyarsa gecilebilir de sanırım. Schengen gibi cok sey mi istiyorlar?

    • Bekran says:

      Ama gerçekten uzak orası doğru, orada yaşanırsa pek diğer ülkelere gitme fırsatı olmuyor, genelde ülke içinde geziyor yerel halk. Tanıştığım bir Kiwi çok ucuza Japonya bileti bulduğunu ve yakında gideceğini söyledi. 600$’mış ucuz olan bilet, bundan daha ucuz sadece Avustralya ve Fiji gibi yerler var.

      Yolda Yeni Zelanda vizesi alınabiliyor mu emin değilim, genelde diğer ülkelere alınıyor ama İngiliz kökenli ülkelerin vize konusunda değişik kuralları oluyor O yüzden ne desem yalan. Belge olarak benden otel rezervasyonu, seyahat sağlık belgesi, iki fotoğraf ve aylık gelir gösteren belge istediler. Schengen gibi değil, orası kesin.

  9. KM says:

    Bu arada Fiji’ye gecmissin bile, gel de kıskanma arkadas! 😀

    • Bekran says:

      Fiji’de abartılacak bir şey yok yahu. İşte yüzlerce tropikal ada, bembeyaz plajlar, muhteşem mercanlar, yerel kabileler, sıcak hava, okyanus falan işte 🙂

    • KM says:

      Sus beee 😀 Mercanlarmış, okyanusmuş, beyaz plajmış, hıh hic bişey degil tabii 😛 Ben de gecen gün buzlanmış yolda düştüm işte, tropik ada neyime 😀

    • Bekran says:

      Yok şaka bir yana Fiji’de durum iç açıcı değil. Haftalardır yağmur yağıyormuş ve geçen hafta sel almış adayı. Ölenler olmuş. Bu tropikal ülkelere bir daha yağmur sezonunda gitmeyeceğim, o kadar uçak parası verip geldiğine pişman oluyor insan. Hani ben sürekli geziyorum telafi edecek bir yerler bulabilirim de sadece tek ülke yapıp da otelden dışarı çıkamayanlara üzülüyorum. Bu arada Yeni Zelanda yazımı da artık yazmaya başlasam iyi olacak, iyice tembelleştirdi beni Okyanusya 🙂

  10. KM says:

    Evet tabi öyle bi durumda ben de üzülürdüm. Hadi bakalım bekliyoruz Zelanda’yı, iyi eglenceler adada 🙂

  11. sema says:

    sevgili bekran,avustralya vizemi alıp.yaklasık 2 aylık avutralya y.zelanda,fiji,vanautu gezi planımı yaparken sizin blogunuza rastladım.hem eglenceli,akıcı bir dilin var hemde çok faydalı bilgiler vermişsiniz.çok teşekkürler elinize sağlık

  12. harun says:

    kendilerine kiwi diye seslenmelerinin sebebi meyveden değil kiwi hayvanından geliyor ayrıca mordor da benim bildiğim queenstownda değil kuzey adadır. düzelteyim dedim. 1 yıldır yeni zelandadayım 🙂 güzel bi yazı teşekkürler

    • Bekran says:

      Evet onu sonradan anlamıştım ama yazıyı güncellemeyi unutmuşum 🙂 Mordor’un kuzeyde olduğunu bilmiyordum. Bilgi için teşekkürler 🙂

    • harun says:

      pardon yorumları okumadığım için düzeltildiğini farketmedim. mordor için de tam adres vereyim tongoriro national parktır. bu national parkta 17 km lik bi yürüyüş parkuru mevcut. bu parkurda o meşhur dağı yakından görebilmek mümkün

  13. gultekin says:

    merhaba. Christchurch’ten Queenstown’a giderken hangi otobüs firmasını kullandınız ? Teşekkürler.

Leave a Reply

Your email address will not be published.

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.