İzlanda’nın Altın Çemberi

Sabah erken kalkıp yakınlardaki bir süpermarketten tüm gün yetecek erzağımızı tedarik ettik. Burada süpermarket konusunda ne nedir bilmekte fayda var. İzlanda’ya gelen turistler kendi yemeğini kendi yapıyor veya marketten hazır alıyor, çoğu pansiyonda kullanıma açık mutfak var zaten. Son derece pahalı restaurantlarda yemeye pek kimse yanaşmıyor, zaten Reykjavik dışında adamakıllı restaurant yok. Süpermarketlerde Netto, Krónan ve Bónus en ucuz ve popüler seçenekler, Krónan’da daha fazla seçenek mevcut ancak Nettó’nun gayet başarılı bir fırını var. Reykjavik’teki bulunan Víðir ve Nóatún’de daha üst kalite ve sağlıklı ürünler bulunuyor ancak fiyatlar da ona göre yüksek. 10-11 en pahalı seçenek ama çok yaygın ve genellikle 24/7 açık. Yani gece gece cips krizi tuttuysa 10-11’i arayacaksınız. Ülkedeki süpermarketlerin lokasyonlarını bu haritada bulabilirsiniz. Bu marketlerde %2’lik light biralardan daha alkollü içecek bulamıyorsunuz, onun için hükümetin yoğun bir şekilde denetlediği Vinbudin isimli dükkanları bulmanız gerekiyor. Sadece haftaiçi saat 10-18 arası açıklar ancak biz açıkçası geçirdiğimiz bir haftada bu dükkanlardan bir tane bile görmedik. O dükkanların da haritası burada. Kısacası restaurant ya da bar dışında alkol alıp tüketmek bir dert. Bazı barlar take-away bira veriyor ancak küçük şişesine 10€ vermek istiyorsanız tabi. Bu arada ülkede sürekli kredi kartı kullanılıyor, 1 euro’luk şeyleri bile kartla ödemek çok normal. Umumi tuvalette bozukluk girişinin altında bile kredi kartı slotu gördüm, daha ne diyeyim 🙂

İzlanda’da bana garip gelen birçok şey oldu, yeri geldikçe yazıyorum. Yine bunlardan biri otelde kalışımız boyunca orada çalışan bir kişi bile görmememiz oldu mesela. Giriş yaparken rezervasyon sırasında internette verdikleri dört haneli şifreyi kapının dışındaki şifre kutusuna girmiş ve açılan küçük bölmedeki anahtarla hem dış kapıyı hem de odayı açmıştık. Çıkarken de anahtarı yine bölmeye bıraktık ve gittik.

Þingvellir Ulusal Parkı

İzlanda’da daha önce bahsettiğim gibi ülkeyi çevreleyen 1300km’lik Ring Road ve çevre kasabaları Ring Road’a bağlayan ara yollar var. Off-road yani asfalt olmayan engebeli yolları ise F Road olarak isimlendirmişler. Eğer 4×4’ınız yoksa bu F Road’lara aracı sokmak yasak, polis yakaladığı anda 100€ gibi uçuk cezalar kesiyor. Ana yolda hız sınırı 90km/saat ve bunu geçerseniz yine polisi tepenizde buluyorsunuz. Ödemeyi de anında talep ediyorlar, arkadaşların başına geldi. Reykjavik’ten başladığımız yolculukta önce ünlü Golden Circle’ı gezmek istedik. Bu altın çember, Geysir, Gullfoss Şelalesi ve Þingvellir Ulusal Parkı gibi ülkenin en çok ziyaret edilen doğa harikalarını çevreleyen yola verilen isim. Þingvellir Ulusal Parkı, Avrupa ve Amerika tektonik plakalarının buluştuğu, yani iki kıtayı birbirinden ayıran hattın ilerlediği bölgeyi barındırıyor. Her geçen yıl birbirinden birkaç milimetre uzaklaşan iki plakanın arasını dolduran yüzlerce metre derinliğindeki su tam kristal berraklığında. İzlanda suyun gerçekten farklı bir mavisi var, bunu ilerleyen günlerde defalarca telaffuz ettik. Bu yarıkta plakaların arasında dalış yapanlar var, unutulmaz bir deneyim olsa gerek. Yine ulusal parkın bir özelliği, İzlanda’nın ilk meclisi olan AlÞingi’ye ev sahipliği yapması. 930 yılında kurulmuş ve 1798’a kadar burada toplanılmaya devam edilmiş. Hava oldukça rüzgarlı olduğu için burada çok vakit geçiremedik ve Gullfoss Şelalesi’ne sürdük. Gürültüsünü metreler ötesinden duyabiliyorsunuz Gullfoss’un, aslında kat kat alçalan bir şelaleler topluluğu olan ve en alt katta birbirine açı yaparak cehennemi bir şiddetle (saniyede ortalama 140 metreküp) Hvitá Nehri’ne düşen Gullfoss’un hemen yanına kurdukları yürüyüş parkurunda ilerlerken bu görkemli gümbürtünün gücü altında etkilenmemek mümkün değil. Dünyanın en güzel şelalelerinden biri kesinlikle.

Gullfoss Şelalesi

Sonraki durağımız tarihte keşfedilen ilk gayzer olan ve bu doğa oluşumuna ismini veren Geysir oldu. Yeraltı sularının magmaya yakın geçmesi sonucu hızla kaynaması ile oluşan basıncı yüzeye kadar ulaşan yarıklardan fışkırtan oluşumlara gayzer deniyor. Bölge, yer yataklarından keskin kükürt kokulu termal suların ve sıcak buharın belli aralıklarla fışkırdığı birkaç gayzerden oluşuyor ancak en aktifleri Strokkur. Her 5-10 dakikada bir patlayan gayzerin su yüksekliği 20-30 metreye kadar çıkıyor. Geysir ise 1845 yılında tam 170 metre su fışkırtarak kendi rekorunu kırmış. Özellikle deprem ve yanardağ patlamalarının ardından gayzer hareketleri haliyle artıyor. İzlanda’nın hemen hemen her yerinde yoğun jeotermal hareket var. Ülkedeki 130 yanardağın 18’i günümüze dek patlamış. Çoğunuzun bildiği gibi Eyjafjallajöküll Yanardağı’nın (eyyafiyadlajöküd diye okunuyor) 2010 yılında patlaması sonucu olan yoğun duman tabakası, Atlantik kıyısındaki hava trafiğini haftalarca felç etmişti. O yanardağın aslında en küçüklerden biri olduğunu, her 15 yılda patlayan Hekla gibi daha aktif yanardağlar olduğunu söylesem içinizin pek rahatlayacağını sanmıyorum 🙂

Geysir

Altın Çember ve etrafı İzlanda’nın aynı zamanda en yeşil bölgesi. Ülkenin içine ve doğusuna doğru gittikçe yeşilliğin yerini çorak topraklar ve buzullar alıyor. Özellikle buzullarla kaplı Vatnajökull Ulusal Parkı İzlanda’nın %10’unu kaplayacak kadar büyük.O taraflara gitmek için can atıyorduk ancak tek şeritli ve hız sınırının düşük olduğu otoyolda ilerlemek oldukça zaman alıyordu. Biz de günlük planımızı yaparken önce kalacağımız yeri seçip rezervasyonu yaptık. Ardından tahmini 400-500km’lik bir rota çıkarıp görülecek yerleri harita üzerinde işaretledik. road.is gibi siteler sayesinde yol durumunu takip etmek oldukça kolay. Hangi yolun kapalı, açık, rüzgarlı, karlı olduğunu anlık olarak gösteriyor. Şimdilik hava güneşli ve 5 derece civarındaydı ama insanı yıldıran sert rüzgarlar -10 gibi hissettiyordu. Öyle üşüyorduk ki Geysir’de yürümeye çalışırken daha fazla dayanamadık ve en yakındaki bir mağazaya girip eldivendi bereydi, sıcak tutsun diye ne gördüysek satın aldık 🙂

Altın Çember dönüşünde Skálholt Kasabası ve hemen dışında aynı isimli katedrali var. 1785’e kadar ülkenin iki dini merkezinden biri imiş. Katedralin tarihi bir önemi var. Eski çağlarda çoğunluğu paganizme inanan halkın büyük kısmı şu anda ya ateist ya da budizm gibi alternatif inanışlara yönelmiş. Sadece bu yıl 3000 kişi, yani ülkenin yüzde biri eski sümer dini olan Zuizm’e geçmiş sırf din vergisi ödememek için. Kerið ise krater gölüyle ünlü alçak bir yanardağ. İzlanda’da tepesine yürüyerek çıkıp çevresinde rahatlıkla dolanabileceğiniz sayılı kraterlerden. Hava Mayıs ayında akşam 10 civarı kararıyordu, ancak bütün gündür gezmekte olan biz sıcak bir duş hayaliyle erkenden pansiyona yöneldik. Hemen ana yolun dışında, Sellfoss kasabasının ilerisinde bir çiftlik evinde (Guesthouse Bitra) yer tutmuştuk, bulması zor olmadı. Yine banyosuz oldukça basit odamıza 8300 krona (190TL) verdik. Reykjavik dışında kalacağımız en ucuz yer olacaktı. Tatlı bir çiftin işlettiği güzel bir pansiyondu. Kahvaltı ücrete dahil.

Skálholt

Akşam çöktükten sonra dışarıda yapılacak pek bir şey kalmayınca erkenden yatıp ertesi sabah kendimizi yola attık. O günkü planımız yoğundu ve başarabilirsek Güney İzlanda’yı baştan başta katedip güneydoğuda yer alan Höfn Kasabası’nda tuttuğumuz pansiyona check-in saatini geçirmeden varacaktık. Arada sadece Vik var konaklanacak ancak Vik’te fiyatlar oldukça yüksek. Selfoss ile Vik arası yol kıyıya paralel ve yanardağların eteklerinde ilerliyor. Dik falezlere vuran azılı dalgaların eşlik ettiği muhteşem manzara karşısında gözlerimi yoldan ayırmamak için büyük mücadele verdim. Yer geliyor, 50 kilometre boyunca yerleşimi bırakın araç bile görmüyorsunuz, kısaca doğayla başbaşasınız. Yol üstünde ülkenin en güzel şelalelerinden olan Seljalandsfoss Şelalesi var. 60 metre yüksekliğinden ip gibi düşen şelalenin hemen yanındaki merdivenlerden tepeye çıkmanızı tavsiye ederim. Güneşli bir günde şelalenin etrafında oluşan çifte gökkuşağını izlemeye doyamayacaksınız. Macera arayanlar şelalenin arkasındaki mağaraya geçip, gündoğumunu ya da akşam kuzey ışıklarını izleyebilirler. Şelaleyi geçtikten sonra, yaklaşık 60 km kadar ötede Vik bulunuyor. Altın Çember’den sonra İzlanda’nın en popüler yeri. Volkanik kayaların çevrelediği kara kumlu sahillerde inanılmaz görüntülere tanık oluyorsunuz. Özellikle dünyanın tropikal olmayan en güzel 10 plajından biri seçilen Reynisfjara Plajı’nda volkanik patlamalar sonucu yükselen son derece pürüzsüz bazalt kolonların (Gardar) oluşturduğu piramid basamaklar var. Bir benzerini İrlanda’daki Giant’s Causeway’den hatırlarsınız belki, insan eliyle yapılmadıklarına inanmak zor. Dyrholaey Sahili’ndeki kayalıklar panoramik fotoğraf düşkünleri için birebir. Reynisdrangar denilen bu bazalt oluşumlar, efsaneye göre bir gemiye saldırdıkları sırada gün doğması sonucu taşa dönüşen trollermiş. Game of Thrones takipçilerine bu dik kayalıkların deniz içinden kapkara yükseldiği manzara tanıdık gelecektir. Dizinin birçok sahnesi Þingvellir, Vik ve kuzeydeki Mytavn Gölü etrafında çekildi. Sadece Game of Thrones değil, Batman Begins, Interstellar, Tomb Raider, Noah, Thor gibi birçok büyük Hollywood prodüksiyonu için İzlanda cezbedici bir seçenek. İlgilenenler hangi filmin tam olarak nerede çekildiğine dair haritaya buradan bakabilir.

Seljalandsfoss Şelalesi

Bütün bu doğa güzelliklerinin ardından bizi artık hiçbir şey heyecanlandıramaz diye düşünüyorduk ki sadece aynı gün içinde lafımızı yedik. Çünkü Höfn’e yaklaşırken Vatnajökull Ulusal Parkı başlamıştı. Hava izin verdiği sürece açık olan ve park girişindeki ziyaretçi ofisinden başlayıp Skaftafell başta olmak üzere buzulların etrafından ilerleyen trekking rotaları var, belli saatlerde de buzul üzerinde yürüyüş turları düzenleniyor. Mart ayına kadar ise masmavi buz mağaralarının içine tur düzenliyorlar, herhalde İzlanda’ya tekrar gitsem kış aylarında sırf bunun için giderim 🙂 Devam edip birkaç kilometre ötedeki bir göle sürdük. 8100 kilometrekarelik bu dev buzul kompleksinden ayrılan ve günışığının parlak mavimsi renge bürüdüğü dev buzdağlarının büyülü mavi su üzerinde tekinsiz bir sessizlik içinde ilerlediği Jökulsárlón Gölü’nün manzarası karşısında nefesimiz kesilmişti. Bununla kalmadı, o buz parçalarının etrafında foklar kafalarını çıkarıp eğleniyordu, İzlanda’da değil de Antarktika’daydık sanki. Jökulsárlón şu ana dek gördüğüm en unutulmaz yerler arasında. Eski çağlarda Vatnajökull’un güney kenarı Atlantik Okyanusu ile buluşurken iken zamanla geri çekilmiş ve karadan 1,5 kilometre kadar içeride bu gölü ortaya çıkarmış. Her geçen yıl buzulun erimesiyle gölün yüksekliği artıyor. Şu anda 250 metre ile İzlanda’nın en derin gölü, 1970’lerden bu yana hacmi tam 4 kat artmış. Bu çekilme hızı böyle devam ederse yakın gelecekte Jökulsárlón’un olduğu yerde derin bir fiyort olacağı tahmin ediliyor. Global ısınmanın en somut örneklerinden biri. Gölde her gün erken saatlerde bot turu yapılıyor, biz son botu kaçırmıştık o yüzden o taraflara yolu düşen olursa lütfen bizim için de gitsin yapsın bot turunu 🙂

Jökulsárlón Gölü

Jökulsárlón’dan sonra Höfn’e kadar 1 saatlik yolumuz kalmıştı, yorgunduk ama beklentilerimizin çok üzerinde bir gün geçirmiştik. Höfn güneydoğu sahilinde bir basit bir balıkçı kasabası, sokakta tek insan görmedik. Vardığımızda çok şiddetli rüzgar karşıladı bizi, arabayı parkettikten sonra pansiyona kadar zor yürüdük. Pansiyonun zili sahibinin eviyle bağlantılıydı, 5 dakikaya oradayım deyip arabayla geldi ve anahtarları bize bırakıp gitti. 10300ISK (235TL) verdiğimiz Nyibær Guesthouse tüm adada kaldığımız en kötü yerdi, yine de daha ucuzunu bulamamıştık. Ne de olsa İzlanda’nın bolluk bölgesinde değildik ve havalar gittikçe soğuyordu, o yüzden pek şikayet edecek halimiz yoktu. Ve daha kuzeye sürmemiştik bile, her gün yola çıkarken incelediğimiz karayolları haritası kuzeye ilerleyen yolları kırmızı, geçilemez olarak göstermeye başlamıştı bile. Önceki günlerde tüm İzlanda’ya hakim olan güneşli günler aniden bitmiş ve harita üzerinde güneşin yerini kar sembolleri alıyordu. Kısacası kuzey topraklarında bizi neler beklediğine dair hiç bir fikrimiz yoktu..

You may also like...

5 Responses

  1. Fatih says:

    Selam Bekran,
    Seni bundan 4 yil evvel okuyordum, cileli gunlerdi ve senin yazdiklarin bana umit veriyordu. Simdi Turkiyeden ciktim, senin gibi gezmiyorum ne yazikki ama bir gun mutlaka..
    Yeniden yazmaya basladigini gormek te cok guzel, gerci ne zamandir basladin bilmiyorum biraz siteyi gezmeliyim ama ilk yazidan bile mutlu oldum 🙂

    Bol sans!

    • Bekran says:

      Selam Fatih,

      Yorumunu okumak beni mutlu etti, ne kadar zaman geçmiş değil mi aradan. Ben de sitenin varlığını bile unutacak kadar ara vermiştim yazmaya ki son zamanlarda bir toparlanma içine girdim ve dünya turumun ardından yaptığım büyük gezileri sırayla kaleme almaya koyuldum. Şimdilik her şey yolunda 🙂

      Umarım sen de bir gün dilediğin yerlere gezme şansına kavuşursun 🙂

      Bekran

  2. Evden Kaçış Oyunu says:

    Doğal güzellikleriyle göz dolduran huzur veren bir yer, detaylı inceleme ve resimler için çok teşekkürler.

  3. asturksever says:

    Çok teşekkürler, açık ve öz bir anlatım olmuş. Elinize sağlık.

Leave a Reply

Your email address will not be published.

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.