Sydney’de Bir Hafta

[singlepic id=1485 w=200 h=150 float=left]Sydney, yolculuğum başından beri en merakla beklediğim şehirlerden biriydi. İleride Avustralya’ya gelip çalışmayı planladığım için yaşayacağım şehir Sydney olur diye düşünüp kendi kendime bir yakınlık kurmuştum, o yüzden şehri alıcı gözüyle iyice inceleyecektim. Hastanelerin, insanların, yemeklerin, gezilecek görülecek yerlerin, kısaca şehrin bana layık olup olmadığına karar verecektim 🙂 Ama Sydney benim için büyük şansızlık oldu. Evet şansızlıktı çünkü sekiz gün kalacağım şehirde ilk beş gün neredeyse hiçbir yapamadım. Hastalanmıştım ve aşırı yorgundum, ayağa kalkıp yürümek bile dünyanın en zor şeyi gibi geliyordu bana. Hastalanmamın sebebi Cairns’ten Sydney’e yaptığım 12 saatlik yolculuk oldu. İki uçak değiştirecektim ve Townsville kasabasına giden ilk uçağımı yakalamak için Cairns Havaalanı’na doğru öğle sıcağında sırtımda çantamla 3 km kadar yürümek zorunda kalmıştım. Buz gibi uçakta geçirilen ilk uçuş, sonra aşırı sıcak bir şehre iniş, ikinci molamızda uçağımızın 3 saate yakın rötar yapışı. Ve son uçağın da aşırı soğuk olması sonucu pamuk ipliğine bağlı olan bağışıklık sistemimin daha fazla dayanamaması..

[singlepic id=1458 w=200 h=150 float=right]Sydney’deki hostum Paul beni havaalanından aldıktan sonra eve giderken belliydi hastalanacağım. Ayıp olmasın diye evde oturup goon içme teklifini geri çevirmedim. 4 litrelik kutuların içinde satılan meyveli şarap goon ucuz olduğu için gençlerin favorisi. Koca kutu 8$ gibi bize göre bile komik bir rakama satılıyor. Tadı da gayet iyi, o yüzden ülkede çoğu yerde şarap görüyorsunuz gençlerin elinde, bira değil. Ev sahibim Paul, Bangkok’tan Sydney’e 11 yıl önce gelip yerleşmiş, havaalanında çalışan, 16 çocuklu bir ailenin oğlu (gördüğüm en kalabalık aile, üstelik kardeşlerinin hepsi aynı anne-babadan ve hiçbiri ikiz değil). Şehir merkezine 15 dakika uzaklıkla iyi bir [singlepic id=1461 w=200 h=150 float=left]mahallede süper bir evde ev arkadaşları Avustralyalı Andrew ve Taylandlı June ile yaşıyor. Biraz oturup goon eşliğinde lafladıktan sonra uykuya daldım. Ertesi gün tahmin ettiğim gibi hastalıktan kıvranıyordum. Ateşim 39 dereceydi. Elimdeki tüm işe yarar ilaçları Asya’da tüketmiş ve yenilerini almayı akıl edememiştim. Paul’de varmış da hemen getirdi. Üç günde iki defa şehre indik ama nasıl gezdiğimi bir de bana sorun. Tabi benim en heyecanla beklediğim sörf kampı da ihtimal olmaktan çıktı. Plana göre üç günlük kampa katılıp dalga yakalama işini iyice kaptıktan sonra Sydney’e dönüp son üç günümde şehir plajlarında kendimi geliştirecektim. Ama hasta olmama rağmen yine de Sydney’e 45 dakika feribot mesafesindeki en iyi sörf plajlarından olan Manly’e gidip hostel’ın tekine yerleşmeyi ve iyileşir iyileşmez orada günlük ders almaya karar verdim. Hiç yoktan iyidir sonuçta..

MANLY

Paul’a mükemmel ev sahipliği için teşekkür ettikten sonra -ki çoğu kişi onun yaptığını yapmazdı, sonuçta büyük yük oldum kendisine üç gün boyunca- Manly feribotunun kalktığı iskeleye gittim. Manly ayrı bir şehir gibi, Sydney’den çok farklı bir hava yayıyor. Çok hostel seçeneği olmadığı için [singlepic id=1474 w=200 h=150 float=right]plaja en yakın olanlardan birine girdim. Yatağa 37AUD, internete 8AUD verdiğim hostel, yolculuğum boyunca kaldığım en kötü yer olabilirdi. Üstelik bunun Avustralya’da olması üzücü oldu. Kötüydü çünkü aşırı pisti, kapılar dahil her yer dökülüyordu, sağdan soldan böcekler fırlıyor ve 8 dolarlık internet bile iki dakikada bir kopuyordu. Oda ise tam rezaletti, millet genelde uzun süreli kaldığı için tüm eşyalarını yere yığmışlardı, yere birşey düşürürsen ara ki bulasın. Hindistan’daki 3 dolarlık otellerde çok daha hijyenik koşullarda kaldım desem yalan olmaz. Ve Avustralya’daki hostel’lerin genelde çoğu maalesef böyle, çünkü kalanların çoğunu ülkeye çalışmak ya da okumak için gelen çoğunluğu Alman ve İngilizlerden oluşan gençler oluşturuyor. Diğer yerlerdeki gibi gezginlerle karşılaşayım da laflayım diye düşünemiyor insan. Çünkü herkes kendi işine bakıyor. Hostel’lerin girişine iş ilanları asılmış, millet gece gündüz birşeyler çıkar mı acaba diye uğraşıyor. Karşı yatağımdaki Leeds’ten gelen İngiliz genç de çiftliğin birinde çalışmak için iş arıyormuş, Türk olduğumu söyleyince 2000’deki Leeds United faciasını unutamadığını söyledi 🙂

[singlepic id=1470 w=200 h=150 float=left]Hostel’de oyalandıktan sonra plaja indim. Yaşlısından gencine burada herkes sörf yapıyor, sadece sörf değil sporla yatıp sporla kalkan bir yer Manly. Halkın altında kaykaylar, patenler, bisikletler, sahil boyunca yukarı aşağı koşanlar, plajda voleybol oynayanlar.. Herkes o kadar fit ki, o kadar iyi görünümlü ki burada insan kendini kötü hissediyor biraz 🙂 Bir de sadece burada değil Sydney’de farkettiğim şey, kimsenin başkasının giyinişine tavrına karışmayışı oldu. Örneğin çıplak bir şekilde omzunuzda papağan gözünüzde korsan bandı ile gezin kimse dönüp de deliymişsiniz gözüyle bakmaz, hatta çoğu kişiden [singlepic id=1471 w=200 h=150 float=right]orjinal olduğunuz için takdir toplarsınız. Sörf öğrenmeye başlamak için en ideal yerlerden biri olduğu için plaj boyunca çok sayıda sörf okulu kurulmuş, tam planın ortasındaki sarı binanın içinde yer alan okulun ismi Manly Surf School. Derler ki, oradan bir ders alırsan gerisi sadece board üzerinde kendini geliştirmeye bakarmış. Ben de o kadar halsizliğe rağmen sörf yapanların gazına gelip akşam seansına adımı bile yazdırdım. Tek umudum biraz toparlanıp kendimi yormadan derse katılmaktı. Ama o bile beklediğim gibi sonuçlanmadı, tüm kaslarım bırak sörfü yürümek için bile büyük mücadele veriyordu, çoğu kez yolda pat diye yığılıp kalacağımı hissettim. Sonuçta sörf‘e başlamak imkansızdı, ben de iki gün geçirdikten sonra ertesi gün de aşırı yağmurlu olunca ani bir kararla şehre dönmeye karar verdim.

SYDNEY’E DÖNÜŞ

[singlepic id=1481 w=200 h=150 float=left]Şehirde bu sefer iyice bir hostel bulmuştum neyse ki. Hatta hostel’in daimi çalışanlarından biri Türk’tü. Harun iki sene önce okumak için Sydney’e gelmiş, bana her konuda çok yardımcı oldu ve internet, çamaşır gibi masraflar için para da istemedi. Üç gün King’s Cross’taki hostelde toparlanmaya baktım, her geçen gün hızla iyiye gidiyordum. King’s Cross tam parti ve sırtçantalı semti, hostel da neredeyse her akşam dışarı çıkartıyordu milleti ama her ne kadar parti yapamayacak durumda olsam da hostel’da bulunmaktan keyif aldım. [singlepic id=1482 w=200 h=150 float=right]Çevrede ucuz ve yenilebilir birşeyler bulmak zordu, ilk gün dayanamayıp yolculuğum boyunca ilk kez bir Türk restaurantına girdim. Genelde yurtdışında kebabçılara gitmeme taraftarıyım, çünkü özellikle Avrupa’da yediğim kebapların Türk etleriyle alakası yoktu, tadlarını kıyaslayamıyordum bile. Burada da büyük umutla bir porsiyon Adana kebap isteyip de yerinde ne olduğunu anlamadığım yağ tulumu kızartması diyebileceğim birşeyle karşılaşınca ve ona 13 dolar verince hevesim bayağı kırıldı. Ben de sonraki günlerde kendi yemeğimi kendim yapmaya, marketten malzemeleri alıp çorbalar, lazanyalar, sandwich’ler hazırlamaya başladım da midem biraz olsun bayram etti.

[singlepic id=1463 w=200 h=150 float=left]Şehirde son üç günümü gezerek geçirdim, toplu taşıma kullanmadan sırf yürüyerek adım atılmadık yer bırakmamaya çalıştım. Circular Quay bölgesinde bol bol Opera Evi ve Harbour Köprüsü manzarasına doydum, Darling Harbour’da marina bölgesini defalarca turladım, Sydney Akvaryumu’na gittim, The Rocks bölgesinde Sydney’in ilk sokaklarını, evlerini ve şehrin ilk pub’ını gördüm, Bondi Plajı’na gidip sörfçüleri, kaykaycıları kıskançlıkla izledim ve şehrin çok sayıda olan parklarının, özellikle muhteşem botanik bahçesinin tadını çıkardım. Ve herşeyi hızla kısa sürede yapmaya çalışınca nasıl geçti zaman hiç anlamadım. Bir hafta planladığım yerde üç günün hiçbir şekilde yetmediğini düşünüyorum ama sonuçta tekrar geleceğim ve döndüğümde başta sörf olmak üzere yapamadığım her şeyin acısını çıkartacağım 🙂 Şimdi yola devam etme, Avustralya yolculuğumun son durağı olan Melbourne’un tadını çıkarma zamanı. Bari bu şehri adamakıllı yaşayabileyim..

You may also like...

14 Responses

  1. Kemal Kaya says:

    Makarna yap makarna! Kendin yapsan 3$, dışarda yesen 15$ 🙂

  2. Ayhan Çaylı says:

    Geçmiş olsun değerli kardeşim.Yurtdışında otobüsler ve uçaklar nedense “Buzhane” mantığıyla çalıştırılıyor !

    Sağlıcakla kalınız…

  3. Bekran says:

    Teşekkür ederim, neyse ki geçti artık. Bundan sonra gittiğim yer 40 derece bile olsa uçakta yanıma polarımı alacağım, herkese de aynısını tavsiye ederim 🙂

    Selamlar..

  4. ergun says:

    bekran kendine çok ama çok iyi bak daha seninle tanışmadık bile asmalı mescitte rakı içerken veya balık pazarında bira ve midye tava eşliğinde senin anılarını dinleyip hayallere dalacağım geçmiş olsun gezilerin boyunca ALLAH ayağına taş değdirmein İNŞALLAH

    • Bekran says:

      Çok teşekkürler. Amin diyelim öyleyse 🙂 Asmalı’da benim için de için, o güzelim midyeleri benim için de yiyin. En çok özlediğim şeyler arasında ikisi de 🙂

  5. Cihan says:

    Geçmiş olsun Bekran yıne de iyi toparlamışsın. Bende Hindistan’da otobüste buzhane mantığından az çekmedim anlamıyorlardı bır turlu el kol hareketleri ile bile:)

    Şu an Almanya’dan donuyorum ve senın yurtdışındaki kebap olmuyor yorumunun tam aksini dusunuyorum. Hayatımda yediğim en guzel doner ve sac kavurmayı Köln’de yedim:))

    iyi eğlenceler:)

    • Bekran says:

      Teşekkürler 🙂 Hindistan’da ve Güneydoğu Asya’da ben de az çekmemiştim o otobüslerden 🙂 Kebap konusuna gelince, Almanya farklı bir noktada bulunuyor tabi. Dönerin bile Berlin’de icat edildiğini düşünürsek en iyisini orada yemen çok normal. Ben hiç yemedim ama oradakilerin lezzetli olacağına inanıyorum. Benim bahsettiğim diğer ülkelerdi 🙂

  6. Anonymous says:

    Bekran geçmiş olsun, kaçırdıkların için çok endişelenme. Belki hayatının kalanını Sydney de geçirirsin 🙂
    Bu arada:
    1) Dönerin Berlin’de icat edildiği atmasyon.
    2) Almanya’da döner güzel çünkü bir dünya et koyuyorlar, etin tadını alıyorsun. Sosları da çok güzel ayrıca. İstanbul’da 50 gr et bir ton ekmek patates koyuyorlar. Döner sanki sos niyetine konuluyor azcık. Zaten toplasan güzel döner yapan 3 yer yok istanbul’da. İyi döner için tavsiyem Artvin ve Erzurum. Kuzulara tuz yedirdikleri için buralarda, eti çok lezzetli oluyor.

    • Bekran says:

      Sağol Anonymous 🙂 Artvin ve Erzurum’da döner yememiştim, yolum düşerse denemeliyim o zaman. Berlin konusundan da emin değilim, öyle diyenler de az değil.

      Ya bu arada Yeni Zelanda’yı gördükten sonra Sydney o kadar heyecan verici gelmemeye başladı, insanın buraya gelip bir an önce yerleşesi geliyor. Doktor olarak almazlarsa “ne iş olsa yaparım abi” deyip iş aramaya başlayacağım. Gerçi o da zor değil sanırım. Daha dün adamın teki parkta bana yaklaşıp part time 5000 dolara çalışmak ister misin diye sordu, gezginim dedim ve kurcalamadım ne olduğunu ama o kadar da kötü değildir sanırım 🙂

  7. Can says:

    Kurcalama zaten, o isin ne oldugu belli 🙂
    Bu arada ta Artvin’den takip edenler var beni diye simarma sakin, ustekini ben yazdim, isim yazmayi unutmusum. 🙂 Gerci Artvin’den seni takip eden sadece benim tanidigim 6 kisi var, hatta “Buralari birak Myanmar’a git sen Mustafa” diye bir geyik dondu bir iki hafta, Fatih abi de senin yazindan sonra Yeni Zelanda’ya dil okuluna gitmeye karar verdi ama olsun sen gene de simarma meshur oldum diye.

  8. Ferhan says:

    Ben nasıl ev arkadaşı bulucam ayrıca part tıme işler okul masrafını ve ev ihtiyacını karşılıyormu bana yardımcı olurmusunuz…

    • Oldumu says:

      Yardimdan kastin nedir arkadasim 🙂 Mantikli olarak düsünüverirsen eger Part Time dahi olsa isten ise bütcenin degistigini sanirim akil edebilirsin:-) Duruma görede Okul ve Ev Masrafin ya karsilanir yada karsilanmaz.. bunlari düsünmeden evvel vizen varmi ?

Leave a Reply

Your email address will not be published.

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.