İki Türk Gezginin Singapur’da Buluşması

Gezgin Türklerin sayısı maalesef çok çok az, şu ana kadar ne ben gördüm yollarda ne de Kemal Kaya karşılaşmış geçirdiği (şimdilik) 500 günlük yolculuğu boyunca. E durum buyken böyle yolculuğa kalkışan her Türk için büyük mesele oluyor dünya turu, her yola çıkan kendine blog kuruyor ve gezenler bir şekilde internetten birbirini bulmaya çalışıyor. Biz de böyle tanıştık, ilk mesajı attığında ben Hindistan’daydım o Filipinler’de. O çoktan bir yılını devirmişti, ben ise çömez bir gezgin olarak Hindistan’ın zorluklarıyla boğuşuyordum. Bir yerlerde mutlaka karşılaşacağımıza söz vermiştik, o zamandan bu yana birbirimizin rotasını takip edip durduk. O yer Singapur’muş..

[singlepic id=1078 w=200 h=150 float=left]Singapur Havaalanı’nda toplam bir dakika içinde şu ana kadarki en kolay vizemi aldıktan sonra şehre giden trenlerden birine atladım. Hostel Little India bölgesindeydi, evler, sokaklar Hindistan’ın izlerini taşımasa da tüm mahalleye yayılmış o köri kokusunu almamak imkansızdı 🙂 İnsanlar ise yerel kıyafetleri içinde her zamanki gibi rengarenklerdi. Anılarım canlandı, Hindistan’da yaşadığım tüm o maceralar gözümün önünden geçip durdu ve henüz orayı özlemediğimi farkettim. Şu an bedava uçak bileti var gider misin deseler gitmem herhalde 🙂 [singlepic id=1079 w=200 h=150 float=right]Hostel’a girer girmez birbirimizi tanıdık, o selamlaşma anı tarihi bir andı Türk gezginleri adına 😛 Kendisi Yeni Zelanda’ya 6 aylığına dil eğitimi için gitmiş, gidiş o gidiş. 500 gündür yolda ve nice 500 gün daha sürdürmeyi düşünüyor bu muhteşem turunu. Sadece Okyanusya’da bir yıla yakın harcayıp, gittiği ülkelerde gezilmedik yer bırakmamış, genellikle ayak basılmamış topraklarda dolaşmış ve film gibi maceralar yaşamış. Anılarını ağzım açık dinledim. Sitesinde de çok güzel yazıları ve resimleri var, mutlaka bakın: Yolda Olmak Daha fazla zamanım olup da onun gibi her ülkeyi sindire sindire gezmeyi ne kadar çok isterdim. Ama şu an bulunduğum ülkeye bile 1,5 gün ayırmak zorundaydım, tempomu görüyorsunuz 🙂

[singlepic id=1075 w=400 h=150 float=left]Neyse ki ülkede gezilecek çok yer yokmuş, bir gün fazlasıyla yetti belli başlı yerlerini görmek için. Zaten koca ülke 42 kilometreye 23 kilometrelik bir alanda kurulmuş, iyi bir yürüyüş ile ülkenin bir ucundan diğerine katedebilirsiniz 🙂 Singapur Asya’nın en büyük limanlarından biri, ticaret gelirleri sayesinde kısa sürede dünyanın en zengin ülkelerinden biri haline gelmiş. Yepyeni yüksek gökdelenleri, özenle planlanmış yolları-parkları ve tertemiz oluşuyla bana Japonya’yı anımsattı. Ülke nüfusu 5 milyon ama bunun 2 milyonunu çevre ülkelerden gelen göçmenler oluşturuyor. Singapurlular da son derece gelişmiş bir toplum ve herkes mükemmel İngilizce biliyor (sanırım bu noktada Japonlardan ayrılıyorlar). Bir ülkeye gidip “İngilizce biliyor[singlepic id=1073 w=200 h=150 float=right] musunuz?” diye sorma gereği duymadan direk konuya girmek ne güzel şeymiş yahu 🙂 Tabi böyle bir yerde fiyatların çok ucuz olduğunu söylenemez. Hostel’lerde ranzalı yatak fiyatları gecelik 20 Singapur dolarından başlıyor ki 30TL gibi bir para. Kamboçya’daki 6TL’lik yerlerden sonra içim acıdı. Yemek deseniz 10 SGD civarı ödersiniz her öğün, içki içmek isterseniz belki de dünyanın en pahalı yerlerinden birindesiniz. O yüzden “hadi gidelim, içip eğlenelim” lafını duymak o kadar kolay değil burada, verdiğiniz parayı düşünmekten içkinin tadını almak mümkün değil ki. Sanırım hızlı hızlı gezip zaman kaybetmeden Malezya’ya geçmek en akıllıca şey.

Hostel’e gelir gelmez yandaki Hint restaurantında bir şeyler atıştırdım ve gece vakti şehri dolaşmak için dışarı çıktık. Sürekli yağmur yağıyordu şehirde, son üç dört gündür böyleymiş hava. Artık bu bölgede yağmur sezonu başladı ya, saatlerce süren yağmurlar, seller 3 ay boyunca yaşamın bir parçası olacak. Yine de buraya kadar gelip yağmur yüzünden gezmemek saçma olurdu, özellikle Marina Bay Sands otelini görmeden dönemezdim 🙂 Dünyanın en lüks otellerinden biri olan Sands Haziran 2010’da açılmış ve kısa sürede aynı Dubai’deki Burj el Arab gibi şehrin simgesi haline gelmiş. Yapımı için tam 5,5 milyar dolar harcanan oteldeki üç kulenin tepesi gemi şeklinde dizayn edilerek birleştirilmiş, burada dünyanın en iyi manzaralı havuzu (Infinity pool), bilmemkaç Michelin yıldızlı restaurantı ve turistler için gözlem terası var. Tabi havuz sadece otel müşterileri için 🙂 Otelin girişi ise devasa bir alışveriş merkezi ve casino’ya ev sahipliği yapıyor. Girmişken casino’ya da göz atalım dedik, [singlepic id=1091 w=200 h=150 float=left]üzerimizde t-shirt, altımızda şort ve parmak arası terliklerimiz ile pek kumar oynamaya gelmediğimiz belliydi ama görevliler efendi çıktı da sorun çıkarmayıp aldılar bizi içeri 🙂 Singapurlulara giriş zormuş, 3000SGD bulundurmaları gerekiyormuş girişte. Turistler için herhangi bir kısıtlama yok. İçerisini tahmin edebilirsiniz, uçsuz bucaksız makineleri, poker masaları, bilmediğim ve izlediysem de nasıl oynandığını çözemediğim yüzlerce çeşit oyun ile ayrı bir dünya burası. Sıcak çikolatamızı içip biraz dolaştıktan sonra dışarı çıktık. Otelin bulunduğu yer Marina Bay olarak geçiyor. Her köşesini özenle süslemişler, çok modern ve tam kartpostallık bir bölge. Hemen otelin yanıbaşında yüzen stadyum yer alıyor, dünyanın en ilginç stadyumu olduğu kesin. Aynı yönde dünyanın en büyük dönme dolaplarından biri var. Yine bilim müzesi ve harika mimariye sahip Esplanade Performans Merkezi burada bulunuyor. Karşı kıyıda ise finans merkezleri, yakından bakarken boyun ağrısı yaratacak kadar yüksek binalar ve göl boyunca uzanan restaurantlar-barlar. Açık havada canlı performans sahneleri, düzenli olarak yapılan lazer şovları, havaifişek gösterileri ve daha nice özelliği ile burası şehrin gözbebeği.

Tabi az [singlepic id=1076 w=200 h=150 float=right]nüfuslu bir yer olmasının getirdiği bazı sıkıntılar yok değil. Başta metro olmak üzere ulaşım araçları çok erken saatte sonlanıyor ve özellikle hafta içi akşam 10’dan sonra sokaklarda insan bulamıyorsunuz. Modern ve lüks hayat yoğun bir çalışma temposunu da zorunlu kılıyor, dolayısıyla halkın büyük kısmı hafta içlerini evde geçirmeyi tercih ediyor. Biz de bölgeyi turlayıp hostel’imize geri döndük. Ertesi gün yağmur yağmadığı için rahatlıkla gezebildik. Kemal abinin yolda tanıştığı İsviçreli Valentin de Singapur’a gelmiş, onunla buluştuk ilk olarak. Valentin 5,5 aylık Asya turunu bitirmiş ve ertesi gün eve dönüyormuş! Çok farklı duygular içinde olmalı, kendi yolculuğumun[singlepic id=1082 w=200 h=150 float=left] son gününü hayal ettim de, düşüncesi bile korkuttu beni, neler hissedeceğim konusunda en ufak fikrim yok. Valentin çok kafa bir çocuktu, beraber bir de gündüz gözüyle Marina Bay’i gördükten sonra bir şeyler atıştırmak için marketten sandviç aldık. Ülkede öyle katı kurallar var ki insan nerede yemek yiyebileceğini şaşırıyor. Örneğin metroda pet şişeden bile su içmenin cezası 200SGD’mış! Yine alışveriş merkezlerinde elde yiyecek-içecek gezilemiyor, büyük cezası var. O yüzden biz de dışarı çıkıp mümkün olduğunca uzak ve kuytu bir yerde yemeye karar verdik. Yemekten sonra Valentin kız arkadaşı ile buluşmaya gitmek için ayrıldı, biz de Türk Konsolosluğu’na yol aldık.

Konsolosluklarımızın yurtdışındaki saçmalıklarının en büyük tanıklarından biri Kemal abi. Kendisi sırf pasaportunu uzatmak için neredeyse ülke ülke dolaşmak zorunda kaldı, çünkü bazı konsolosluklar pasaport süresini uzatmayı kabul ederken bazıları reddetmekle kalmayıp ikinci sınıf muamelesi gösteriyormuş! Manila’ya sormuş yok, Endonezya’ya sormuş aynı cevap ama Singapur’da kabul edivermişler pasaportunu. İşin belli standartı yok anlayacağınız, uygulama tamamen keyfi. Üstelik yenileme sebebi olarak geziyorum demek de hiç geçerli değilmiş, çünkü onlar için bir insanın dünyayı geziyor olması imkansızmış, kesin göç edermiş gittiği yere. Yani öyle bir şey ki, diğer ülke vatandaşları ve gezginler konsolosluklarını bir destek, bir sorun çözücü olarak görürken ben Türk vatandaşı olarak yurtdışında başıma çok büyük sorunlar gelse konsolosluğumun bana herhangi bir yardımı dokunabileceğine hiç inanmıyorum, maalesef güvenemiyorum onlara. Ben ve benim gibileri böyle düşünmeye itmeleri, gezginlere yardıma ihtiyaç duyduklarında sadece köstek olmaları çok üzücü. Sonra neden Türk gezgin yok diyoruz, çünkü devletimiz istemiyor ki bunu! İnsanımız bile güzelce kanıksamış bu devlet politikasını, gezmek kavramı hemen yadırganıyor. Alın size örnek, konsolosluğun girişinde bekleyen anne kız Türk olduğumuzu öğrendikten sonra bizimle güzel güzel konuşmaya başladı, ne zamanki ne için burada olduğumuzu sordular işte ondan sonra seyri değişti muhabbetin. Dünyayı geziyoruz dedik ve hemen gözleri kısıldı annenin, inanmayan bakışlar, baştan aşağı süzmeler, nereden buluyorsunuz parayı gibi irrite edici sorular.. Nereye gittiğimiz, neler yaşadığımız umurunda değil. Üstelik kendisi doktor, o da bunu yaparsa diğerleri ne yapsın. İnsanımızın tek derdi aman herkes ot gibi çalışsın çalışsın, kendinden başka kimseye faydası dokunmasın ve emekliliğini beklesin. İşte ancak o zaman gezmeye hak kazanabilir, tabi gezecek hali kaldıysa. Her zaman bunu tekrarlıyorum ve tekrarlamaya devam edeceğim: Dünyayı keşfetmekten, diğer kültürleri tanımaktan ve anlamaktan yoksun gençlerin çoğunlukla olduğu bir toplum geri kalmaya mahkumdur. Uluslararası alanda söz sahibi olamaz ve gerektiği saygıyı asla göremez.

Pasaportu beş gün önce çoktan gelmiş olması gerekirken, konsolosluktakiler ulaşmadığını söyleyince eli boş dönmek zorundaydık. Singapur’da takılıp kaldı ve işin can sıkıcı kısmı daha ne kadar burada kalacağı konusunda kimse bilgi vermiyor. Sürekli ödemek zorunda olduğu hostel ücreti ve pahalı yaşam da cabası. Konsolosluktan çıkınca napalım napalım diye düşünürken çok ünlü bir alışveriş merkezine gitmeye karar verdik. Burasının özelliği içindeki National Geographic mağazasıymış. Mağazaları [singlepic id=1083 w=150 h=200 float=left]olduğunu hiç bilmiyordum NG’nin, gerçi bizim oralara açılsa hiç iş yapmayacağı belli: basit bir t-shirt 100TL, kazaklar 400TL civarı. Ama mağazayı müze gibi düzenlemişler, içinde yılın en iyi resimlerinden oluşan sergiler var. Ortadaki koca ekranda ise muhteşem NG belgeleselleri dönüyor. Bir tane buz odası bile yapmışlar, üzerinize kalın kıyafetleri geçirdikten sonra -15 derecelik rüzgarın estiği odaya girip bir dakika boyunca dayanmaya çalışıyorsunuz. Soğuk kutup iklimlerinin verdiği hissi yaratmaya çalışmışlar ama tabi NG marka montlarınız üstünüzdeyken soğuğu hissetmeniz imkansız 🙂 Bir saatten uzun oyalanmıştık orada, sonrası alışveriş merkezini rastgele gezmek ve yiyecek bir şeyler bulmakla geçti. Singapur değil tüm modern Asya ülkelerinde bir alışveriş merkezi çılgınlığıdır gidiyor, hani Türkiye’de de vardır bu ama Singapur’la kıyaslanamaz bence. Dışarısı[singlepic id=1084 w=150 h=200 float=right] 30 derece, hava güzel ama sokakta insan yok, çünkü herkes alışveriş merkezindeymiş meğerse. Alışveriş caddeleri bile yapmamışlar, kapalı merkezler tek sosyalleşme alanları. Kişinin ihtiyacı olan her şey de buralarda bulunuyor, dışarı çıkmaya gerek yok ki. Yoruldukça masaj koltuklarına oturup dinleniyorduk mesela , her eve lazım o koltuklardan 🙂 Bulunduğumuz alışveriş merkezinin hemen dışında büyük bir gemi demirlemişti, Kemal abi önceden duymuş bu gemiyi. Dünyanın en büyük yüzen kütüphanesi olarak geçiyor ve gemi tüm dünyadan gönüllerin çalıştığı, kütüphanede yaptığı satışlar ve bağışlardan elde ettiği gelirlerle gittiği ülkelere yardım götüren Logos Hope isimli bir organizasyonu barındırıyor. Haritada geminin gittiği [singlepic id=1090 w=200 h=150 float=left]yerleri işaretlemişler, pek az ülke kalmış yardım etmedikleri. Takdir ettik, hayran kaldık, hatta Kemal abi gönüllü olarak katılmak için soruşturmaya başladı. Kanadalı bir genç 9 aydır gemide olduğunu ve gittikleri yerlerde 1 ay kadar kaldıklarını, başvurmak için gerekli bilgilerin internet sitesinde yazdığını söyledi. Aslında çok güzel bir yolculuk şekli bu, hem gönüllü hizmet yapıyorsunuz hem de konaklama, ulaşım, yemek ücreti vermeden dünyayı gezmiş oluyorsunuz. Orada çalışanları biraz kıskanmadım dersem yalan olur 🙂 Ama yazıyı okuyanların aklında olsun, neredeyse bedavaya dünyayı gezebileceğiniz çok güzel bir oluşum var. Bilgi için LogosHope

Uzun ve güzel bir şehir turunun ardından hostel’e döndük. Ama gün daha bitmemişti. Valentin ve kız arkadaşı Singapur’lu Emma ile 64 katlı bir gökdelenin tepesindeki barda buluşmak üzere sözleşmiştik. Marina Bay’de bulunan Sands Otel manzaralı bu süper lüks teras barda (Altitude One) tek bira fiyatı 18SGD, yani [singlepic id=1087 w=200 h=150 float=right]26TL. Hayatımda ödediğim en pahalı içkiyi ödemiş oldum böylece 🙂 Tabi tek içkiden fazlasını bünyemiz kaldırmadı, biz de Valentin’in son akşamını kutlayıp harika fotoğraflar çekerek değerlendirdik zamanımızı. Benim de Singapur’daki son akşamımdı, ertesi gün erken saatte Malezya otobüsüme gidecektim ve çok geçmeden dönmeye karar verdik. Böylece iki Türk gezgini, iki blog yazarı rastlantıdan olmasa da, planlanmış da olsa bir araya geldi ve şimdi ayrılma zamanı. Bir daha ne zaman denk gelirim başka bir gezgine bilmiyorum, o yüzden bu anların özel olduğunun gayet farkındayım ve tadını çıkartmaya bakıyorum. Aklıma Japonya’da tanıştığım Avustralyalı bir çocuğun anlattıkları geldi. Bolivya’da geziyormuş.. Turistlerden uzak olmak, yerel insanları tanımak için küçük köylere gitmeye karar vermiş. Adını daha önce bilmediği ve rastgele bulduğu bir köyde ucuz bir otel bulup kalmaya karar vermiş. Otel görevlisi nerede olduğunu sormuş, o da Avustralya demiş. Görevlinin cevabı: “Aaa öyle mi, üst katta şu anda kalmakta olan üç ayrı Avustralyalı grup var.”

You may also like...

18 Responses

  1. hakan says:

    Gezmek kavramına yapılan olumsuz yorumlar konusunda bir istisna var,Avrupa’ya gidince kimse neden nasıl diye sormuyor.Sri lanka’ya gitmiştim,’bir insan Sri lanka’ya neden gider ki? ‘sorusuna muhatap olmuştum,eminim en az iki katı bütçe ile İtalya’ya gitseydim sorun olmayacaktı.Doğrusu kimseynin ne dediğini çok da önemsememek,parayı nereden buluyorsun sorusuna’maliyecisiniz galiba’diyip geçiştirmek veya bütün iğneleyici sorulara’size ne’ demek gerek.

    • Bekran says:

      Aynen öyle, Avrupa bizler için gidilmesi gereken tek yer, Avrupa dışına çıkmak ise dünyanın en gereksiz işi.
      Öyle sorular beni o kadar kızdırmıyor, önemsememesi, sanane deyip geçiştirmesi mümkün tabi ama asıl canımı sıkan işte o bakış açısı. Ve ülkemizde bu kafada çook sayıda insan olması üzüyor beni.

  2. uğur says:

    bu buluşmaya benim kadar sevinen yoktur sanırım. selamların ulaşmış yerine, çok sevindim buna. bir gün benim içinde böyle bir yazı yazacağın günler yakındır 🙂

  3. Onur says:

    Merhaba Bekran, sizin gibi genclerin sayisi arttikca ulkemizdeki insanlarinda kafalari degisecektir. maalesef biz 20 li yaslarda yurt disina cikip gezemedik cunku gercekten pasaport almak, yurt disinda bir yerlere gitmek hayallerin otesindeydi…Ama simdi sizler bu hayalleri yakalamis durumdasiniz…Ben her gordugum tanistigim gence israr ile gezin diyorum…Bloglari gosteriyorum..Bir sekilde genclere anlatmaya calisiyorum…Umarim onumuzdeki yillarda bizde gezerken daha fazla Turk gezgine rastlamaya basliyacagiz..Saglicakla kal, yolun acik olsun…

  4. Bekran says:

    Merhabalar,

    Devir dünyaya açılma devri, kendi sınırlarımız içinde bir şeyler başarmaya çalışmak artık yeterli değil, dünyaya ayak uydurmalı dünyayla yarışmalıyız. Günümüzde zaten gezme kavramı çok pratik hale getirildi, internet olsun kaynak kitaplar olsun her ülke artık gidilebilir bir gezi noktası ve her şey çok daha kolay. Yeter ki insanın içinde biraz istek olsun. Çağı yakalamak ve geri kalmamak için diğer ülkelerin gençleri ne yapıyorsa aynısını hatta daha fazlasını yapmamız gerekli. Buna da onların yaptığı gibi dünyayı tanıyarak başlamalıyız. Sonrası kendiliğinden gelecektir eminim.

    Dediğiniz gibi umarım ileride Türk gezginlerini dünyanın her köşesinde görmeye başlarız, benzer tur yapmak isteyen ve benden tavsiyeler bekleyen onlarca mesaja bakılırsa durumun umut verici olduğunu söyleyebilirim 🙂

    Teşekkür ederim. Saygılarımla,

    Bekran

    • ergun says:

      selam bekran dünyayı özellikle asya ülkelerini geziyorum deyince bilmeyenler bön bön bakıyor aaa neden oralara gittin avrupaya neden gitmedin diyorlardır bilmiyorlarki avrupa ülkelerinin çoğu vize başvurusu yapan türklerden bir tek anasının nikahını istemedikleri kalıyor herşey tamam bu seferde keyfi bahanelerle vize vermiyorlar sen gelde bunu gezmek nedir gezgin kimdir bilmeyen güzel ülkemin insanlarına anlat sen hiçbir şeyi ve hiç kimseyi kafana takma doğru bildiğin yolda ilerle seni ve diğer türk gezginleri takip eden ve onların yerinde olmak için can atan takipçileriniz olduğunu unutma umarım biz takipçilerin yaptığı bu yorumlar birazda olsa sizlere moral verir İNŞALLAH ALLAH ayağına taş değdirmeden gezmeye devam edersin kal sağlıcakla

    • Bekran says:

      Selamlar,

      Söylediklerinize kelimesi kelimesine katılıyorum. Bizde anlamsız bir Avrupa hayranlığı var, umarım yazılarımla insanların düşüncesini yumuşatıp, onlara bu konuda yeni bir bakış açısı kazandırmayı başarabiliyorumdur.

      Yorum için çok teşekkürler. Desteğinizi sürekli arkamda hissediyorum ve bunun için ayrıca teşekkür ederim 🙂

  5. mehmet says:

    Dostum ben haftaya singapura gidiyorum. Dönüş biletimide aldım 1 aylık bir süreç. Ama arkadasımın evinde kalacağım. Pasaport polisleri otel rezervasyonu görmezse bir sorun cıkar mı. Ve benden ne talep edecekler. Lütfen cevap verir misin kafam karışık

    • Bekran says:

      Geç cevap için kusura bakma Mehmet, yorumların tümü otomatik olarak spam’e gitmiş, hepsini yeni görüp onaylayabildim. Çoktan gitmişsindir ülkeye ve herhangi bir sorun çıkmamıştır. Çünkü Singapur vizesi en zahmetsiz alınanlardan bir tanesi, adamlar ülkelerine daha çok turist gelsin diye çırıpınıyorlar ve hiç soru sormuyorlar 🙂

  6. Ayhan Çaylı says:

    Değerli Kardeşim Bekran Bey,

    Yazılarını merakla takip ettiğim 2 değerli kardeşimin sonunda yollarda karşılaştığını görmek beni çok sevindirdi.Bendeniz de yaptığım seyahatlerde Türk gezginler ile karşılaşamamaktan şikayetçiyim(Genelde pek tercih edilmeyen rotaları tercih ettiğimizden olsa gerek )
    Okuduğum yorumlardan birinde “Hakan” kardeşim insanımızdaki önyargılardan ve Avrupa tutkusundan bahsetmiş.Aynı durumu ben de yaşadım.”Niçin Filipinler’e gittiniz ?” veya “Sri Lanka’da ne var da oralara gidiyorsunuz ?” hatta “Bu değirmenin suyu nereden geliyor ?” tarzı saçma ve anlamsız sorulara muhatap olduğumu söylemek isterim.

    Yurtdışına gitmek deyince bizim insanımızın aklına sadece Avrupa ülkeleri geliyor.Değişik ve çok uzak coğrafyaları görmek bizim insanımıza ilginç gelmiyor.
    Bir de egzotik ve ilginç ülkelere gittikten sonra ,herhangi bir yerde bu konu açıldığında karşınızdaki insanlarda bir kıskançlık duygusu oluşuyor,hemen bütçeniz ve harcamalarınız,gidiş amaçlarınız vb. sorgulanmaya çalışılıyor.
    Bu tür tipler genelde sonradan konuya dahil olan elemanlar olduğu için ,ben bu tür tipleri ciddiye almıyor ve genelde cevap bile vermiyorum.

    “Değirmenin Suyu” sorularına verdiğim yanıt ise şudur : “Sizdeki para kimsede yok ama hasetinizden olsa gerek ,benim yurtdışında harcadığım 3-5 kuruşa mı göz diktiniz ?” 🙂

    Eğlenceli ve tehlikelerden uzak bir yolculuk dileklerimle,sağlıcakla kalınız…

    Ayhan Çaylı

    • Bekran says:

      Altına imzamı atarım! Biz gezginlerin duygularına tercüman olduğunuz için teşekkürler. Umuyorum bizim gibi gerçek gezginler sayesinde Avrupa dışında da hayat olduğu ve oraların hiç de tahmin edildiği gibi pahalı olmadığı biraz olsun anlaşılır.

      Size de daha nice yolculuklar dilerim,

      Bekran

  7. hayriye says:

    bekran selam ,

    merakımı bağışla , durians nedir 🙂 elbombasına benzettim ama yok olamaz sanırım.Bunu metro girişine uyarı olarak asmaları çok mantıksız olurdu.

    dışı dikenli tropikal bir meyve mi ? acaba nedir nedir?

    • Bekran says:

      Durian dikensiz tropikal bir meyve, çok değerlidir ve Asya’da “meyvelerin kralı” olarak bilinir ama işte kokusu.. O ağır kokusu yüzünden ne otellerde, ne de toplu taşıma araçlarında kabul görüyor zavallım. Hatta Singapur’da işi bir adım öteye götürüp yanında bulunduranlara ceza vermeye kadar gitmişler. Böyle işte, Singapur hükümeti böylesine önemli bir meyvenin şanını beş paralık ettiği için büyük bir insanlık ayıbına imza atıyor ki çoğu kişinin bundan haberi bile yok. Üzücü 🙁

  8. Nazan says:

    Bu şekilde sabit düşünen kendini bir çember içine almış insanlar her zaman olucaktır Bekran .Umarım yaşamın ne olduğunu ,gezmenin farklı insanlar farklı kültürler ve farklı tatlar tatmak kısacası kendi hayatının dışında hayatları da görmek onları yaşamak olduğunun farkına varırlar ve bakış açıları değişir önyargılardan uzak dururlar sen dünyada ki en güzel şeylerden birini yapıyorsun ve Pablo Neruda ‘nın çok sevdiğim bir şiirini paylaşmak istiyorum …

    Yavaş yavaş ölürler
    Seyahat etmeyenler.
    Yavaş yavaş ölürler
    Okumayanlar, müzik dinlemeyenler,
    Vicdanlarında hoşgörüyü barındıramayanlar.

    Yavaş yavaş ölürler
    Alışkanlıklarına esir olanlar,
    Her gün aynı yolları yürüyenler,
    Ufuklarını genişletmeyen ve değiştirmeyenler,
    Elbiselerinin rengini değiştirme riskine bile girmeyenler,
    Bir yabancı ile konuşmayanlar.

    Yavaş yavaş ölürler
    Heyecanlardan kaçınanlar,
    Tamir edilen kırık kalplerin gözlerindeki pırıltıyı
    görmek istemekten kaçınanlar.

    Yavaş yavaş ölürler
    Aşkta veya işte bedbaht olup yön değiştirmeyenler,
    Rüyalarını gerçekleştirmek için risk almayanlar,
    Hayatlarında bir kez dahi mantıklı tavsiyelerin dışına çıkmamış olanlar…:)

  9. Nazan says:

    Bu şekilde sabit düşünen kendi çemberi dışına çıkmak istemeyen kişiler hep olacaktır Umarım onlarda hayatın farklı yerler ve farklı kültürler görmek farklı tatlar tatmak olduğunu, kendi sınırlarının dışındaki ülkelerinde yaşamlarını merak ederler bu sayede bakış açıları değişir ve önyargılı düşüncelerden uzaklaşmış olurlar……
    Bu arada Kemal abi çok şirin görünüyor :)) uyuyor mu ?

Leave a Reply to Ayhan Çaylı Cancel reply

Your email address will not be published.

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.