Angkor What??

Görevli: Sakeyi alamıyoruz, bırakmanız lazım.
Ben: Hadi ya? Tüh.. 🙁
Görevli: (Üzüldüğümü görünce) E burada dikin kafaya?
Ben: Bu saatte sake mi içilir yahu?
Görevli: Sake her saatte içilir 🙂
Ben: Eheehe, ama ben sıcak seviyorum sakeyi.
Görevli: Isıttıralım isterseniz? 🙂
Ben: Yok yok, kalsın sake o zaman 🙂
Görevli: Tamam. İyi yolculuklar.

Toplam 32 saatlik aralıksız yolculuğun ardından Kamboçya’dayım. 51 saatlik unutulmaz Myanmar-Japonya yolculuğumun yanına bile yaklaşamaz ama Türkiye’deyken 10 saatlik otobüs seferlerine bile burun kıvıran benim için uzun bir süre olduğu kesin. Hiroşima Havaalanı beklediğimden çok küçüktü, dış hatlarda günün tek seferi bizim Pekin’e giden uçağımızmış 🙂 İşlemleri yaptım, son olarak güzel bir ızgara istiridye yemeği yedim, kalan yenlerimi dolara çevirdim ve öğrendim ki bozuk paraları kabul etmiyorlarmış. E ülkenin bozuk paraları değerli olunca gidip Kamboçya’da içerim diye sake aldım bozuklarla. Ama şansıma güvenlik kontrolünde içkiyi kabul [singlepic id=976 w=200 h=150 float=left]etmedi görevli, sanırım paketlemesinin sağlam olmadığını düşündü bilmiyorum. Kenara bırakırken içim gitti, ne güzel olurdu Kamboçya’da şöyle kaliteli bir şişe sıcak sake içmek.. Hala biraz param kalmıştı, ben de sıradaki host’uma hediye etmek üzere bir sake bardak seti alayım diye düşündüm. Ama umarım uzun süre taşımak zorunda kalmam onları, o kadar hafif değillermiş çünkü 🙂 Duty Free’deki görevli de aşırı sıcaktı, Türkiye’denim diyince bir sevindi bir sevindi sormayın. Ayaküstü muhabbete daldık. Geçirdiğim harika günlere yaraşır bir uğurlama oldu benim için, uçakta da neşem gayet yerindeydi haliyle. Ta ki varmamız gereken Pekin yerine Dalyan diye başka bir Çin şehrine inene dek..

[singlepic id=1011 w=200 h=150 float=right]Bizim Antalya Dalyan’a hiç benzemiyordu, yapılan ilk anons bile yeterince korkutucu zaten: hava sıcaklığı -15 santigrat dereceymiş. Şehir ise yukarıdan bakıldığında Bahçeşehir çarpı 100. Her yer birbirinin aynısı yüksek katlı evlerle dolu, boş arazilerde ise vinçler harıl harıl yeni binalar yapmak için çalışıyor. Eminim burada 10 sene önce insan yaşamıyordu. Ama neden buraya indiğimizi bir türlü anlayamadım, biletimde Pekin yazıyordu. Uçaktan inerken hostese sordum, inip bir saat sonra tekrar bu uçağa dönmemizi söyledi. Dolmuş usülü yolcu alacaklarmış buradan. Bir de ülkeye ayak bastık ya, giriş işlemlerini buradan yapacakmışız. Havanın soğukluğu görevlilerin ruhuna da işlemiş, herkes o kadar suratsızdı ki. Çok rahatsız hissettim, hatta yanımda başka yabancılar vardı ve onlar da benzer duygular içindeydi sanırım, “beraber kalalım nolur nolmaz” dediler. Pasaport kontrolü dakikalar sürdü, memur pasaportumu inceleyip durdu, anlamadı yanındaki arkadaşına verdi, o da bitmeyecekmiş kadar uzun gelen sessizlik sonunda nereye gideceğimi sormaya karar verdi. Bangkok deyip biletimi gösterdim. Çin vizemin nerede olduğunu sordu, ben de transit yolcu olduğum için vizeye ihtiyacım olmadığını belirttim. Tekrar sessizlik. Sonunda bomba soru geldi: “Bangkok neresi?” Tabi ciddiyeti bozmadan Tayland dedim, kadın bu sözümle beraber pasaportuma bir günlük Çin vizemi damgalayıp beni geçirdi. Mesele  buymuş! Bangkok’u Çin’de bir şehir zannetmişler, o yüzden vize sorup durmuşlar. Neyse ki Tayland’ı Çin’in bir eyaleti zannetmiyorlarmış. E orada o kadar oyalanınca uçağı kaçırıyordum neredeyse. Son binen yolculardan biriydim. İki saatlik kısa bir uçuş sonrası Pekin’deydik. Uçağı körüğe bağlamadılar, merdivenlerden inip otobüse binene kadar iliklerime kadar dondum eksi bilmemkaç derecelik soğukta. Pekin Havaalanı da dünyanın en büyüklerinden, Bangkok uçağının kalkacağı terminale trenle gitmek zorundaydık. Burada da 2 saat kadar oyalandıktan sonra günün üçüncü uçağına bindim. Son günlerdeki Japon milliyetçiliğimden midir bilmiyorum, Çin ülke olarak çok boğucu, insanları da oldukça sorunlu ve garip geldi. Oradan bir an önce ayrılmak istedim ve iyi ki Japonya yerine Çin’e gitmemişim diye tekrar tekrar söylendim durdum.

Bangkok’a indikten sonra herşey daha rahattı. Ülkeye son bir ayda üçüncü girişim, vize memurları artık almayacak beni ülkelerine 🙂 Bu arada aklınızda olsun, verilen vizeler tek girişlik ve Tayland’a havayoluyla her girişinizde bir aylık yeni vize basılıyor. Karayoluyla giriş yaparsanız ise sadece 2 hafta. Kamboçya’ya inmek için iki seçeneğim vardı: ya gecenin köründe Bangkok merkez tren istasyonuna gidip (taksi – 350BHT/12$) sabah 05:55’te kalkan Aranyaprathet trenine binip (48BHT/1,5$) beş saat sonra inince sınıra kadar taksi tutacaktım (100BHT/3,5$) ya da havaalanında sabaha kadar bekleyip sınıra direkt olarak üç buçuk saatte giden otobüslerden birine binecektim (178BHT/6$). Beklemeyi seçtim. Uçağım saat 1’de inmişti, ilk otobüs de 8’deymiş. İnternette oyalanıp birşeyler yiyerek geçirdim geceyi. Otobüs beklediğimden iyiydi, gayet konforlu, içinde tertemiz bir tuvalet bile vardı 🙂 Denildiği gibi üç buçuk saat sonra sınırdaydık. Tayland-Kamboçya sınır geçişi aynı Nepal-Hindistan gibi korkunç deneyimlerden biri olarak anılır hep gezi sitelerinde, çocuk kapkaççılar, akşam tecavüze uğrayan kadınlar, turistleri bıçaklamalar, o kadar hikaye [singlepic id=993 w=150 h=200 float=left]okudum ki burası hakkında.. Bir de Japonya’nın hemen sonrası olunca Hindistan’da edindiğim tüm o maceracı gezgin ruhu uçtu gitti tabi bende. Otobüs sadece beni ve havaalanında tanıştığımız orta yaşlarda İngiliz bir gezgini kasabanın en teksinsiz caddesinde indirip geri kalan yolcularla devam edince (diğerleri nereye devam etti anlamadım, sınır son duraktı, acaba yanlış mı indik?) beni bir telaş aldı. Aynı internette yazdığı gibi resmi (sahte) kostüm içindeki adamın biri yanımıza gelip konsolosluk çalışanı olduğunu, Kamboçya vizesini orada almamız gerektiğini söyledi. Bizi götürdüğü yerin kapısında Kamboçya Konsolosluğu yazıyordu ama içerisi tur acentasından farksızdı. Nette bunların dolandırıcı olduğunu, vize için fahiş fiyatlar istediklerini ve sonunda sahte vize bastıklarını, sınır kapısından geçerken polis kontrolünde sahte vizeyi gördükleri an başınızın gerçekten belaya girdiğini (bkz: Kamboçya hapishaneleri) okumuştum. Mark’a hemen oradan toz olmamızı işaret ettim. Neyse adamlar çok rahatsız edici çıkmadı, biz de Tayland sınır kontrolüne kadar yürüdük. Vize işlemlerini sınırın diğer tarafından halledeceğimizi umuyordum. Tayland çıkışında uzun kuyruk vardı, biz de muhabbete koyulduk bu sırada. Londralı bir müteahhitmiş Mark, fırsat bulduğu her arada gezmeye gidiyormuş bir yerlere. Kamboçya’ya gelmesinin sebebi ise Şişko Joe dediği arkadaşını ziyaret etmekmiş, Joe Kamboçya’nın ikinci büyük şehri Battambang’a 10 sene kadar önce tatile geldiğinde oraya hayran kalıp kalmaya karar vermiş. Hemen Kamboçyalı, helal süt emmiş eli yüzü düzgün bir hanım bulup evlenmiş ve vatandaşlığını alıp şehrin en büyük otelini kurmuş. O gün bugündür Kamboçya’da yaşıyormuş. İki kafadar iki üç sene önce İstanbul’a gelip Pera Palas’ta kalmışlar, anlata anlata bitiremiyordu Mark 🙂 Sonunda çıkış damgamızı vurdurup Tayland’dan ayrıldık.

İki ülke arası tampon bir bölge var, PoiPet diye. Burası lüks casino’larla dolu gerçek dışı bir yer. Sağda solda süper lüks arabalar var, Las Vegas’ın kaotik Asya versiyonu gibi. Kumar oynamak isteyen Tayland’lı iş adamları, mafya babaları ve ünlüler düzenli olarak PoiPet’e günübirlik girip dönerlermiş. Kötü bir yer, özellikle hava karardığında yalnız başınıza olmak istemeyeceğiniz türden ama yine de Nepal-Hindistan sınırının şeytaniliğine yaklaşamaz bile. Belki de iki kişi olmanın etkisiyle çok rahatsız olmadık. Kamboçya vizesi tahmin ettiğim gibi sınırın diğer tarafından alınıyordu, bir fotoğrafla birlikte 20$ vize artı 100Baht hızlı işlem ücreti (rüşveti) verdikten sonra 10 dakikada vizemiz pasaportumuza yapıştırılmıştı. Sıra giriş damgamızı vurdurmaya geldi. Burada da en az Tayland kısmındaki kadar sıra vardı. O sırada Mark’ın arkadaşı Şişko Joe çıktı meydana, sınıra kadar gelmiş arkadaşını karşılamak için. Polislerden bazılarını tanıyordu, rica etti, onlar da pasaportlarımızı alıp 15 dakikada damgalarla beraber geri verdiler. En az bir saat bekleyeceğimiz sıradan kurtulmuş olduk Joe sayesinde. Harika! Mark arkadaşıyla beraber ayrılırken, illa Battambong’a gelmemi söyledi. Otelde kalmasam bile geçerken uğramalıymışım. Beraber birşeyler içermişiz, çok sevmiş beni. Vedalaştıktan sonra otobüs terminaline giden bedava shuttle minibüslerinden birine bindim. 20 dakikada otobüs terminaldeydim. Siem Reap için iki [singlepic id=977 w=200 h=150 float=left]seçenek sunuyorlar ve sabit fiyat belirlemişler. Saat öğlen 3’te kalkan otobüse binmek isterseniz 9$ (3 saat sürüyor), 4 kişilik takside bir kişilik yer ise 12$ (2 saat). Otobüsün kalkmasına daha 1,5 saat var olduğu için beklemek istemedim ve taksi bileti aldım. Avustralyalı-İngiliz bir çift de hemen ardımdan geldi, üç kişi olunca taksiye binmemizi işaret ettiler. Melbourne’de yaşayan çiftle 2 saat boyunca laflaya laflaya geldik, fotoğraf çekmeyi bilmiyorlarmış bir iki şey öğrettim 😛 Siem Reap’a vardığımızda onlar pahalı otellerin birinin önünde indiler, ben de defterimde not edilmiş üç hostel’i sırayla gezmek için bir tuktuka atladım. İlk hostel çok iyi çıktı, diğerlerine bakmak için hiç zahmet etmeme gerek kalmadı. Tek kişilik oda fiyatı sadece 3$ 🙂

[singlepic id=978 w=200 h=150 float=right]Siem Reap herkese, her bütçeye hitap eden bir yer. 5 yıldızlı, havuzlu, spa’lı geceliği kişi başı en az 100 dolar olan oteller de var, benim kaldığım gibi 3 dolarlık ama yine de gayet modern, konforlu ve tertemiz yerler de. Küçük-büyük her otelin kendi restaurantı, ulaşım-müze-tur için bilet alabileceğiniz köşesi ve bedava interneti var. Şehri çok sevdim, huzur istiyorsanız yemyeşil doğa ve göller, rahatlamak istiyorsanız sayısız ucuz ama kaliteli masaj merkezi, eğlence arıyorsanız da Kamboçya’nın en canlı gece hayatı. Halkı çok sıcak ama çok fakir, tek gelir kaynakları turizm olduğu için yabancıları büyük nimet olarak görüyorlar, onları mutlu edip ellerinden kaçırmamak için herşeyi yapıyorlar. Şehrin çoğu bölgesi ise küçük köy şeklinde, yollar toprak ve taşlık, her yere bisikletle ya da motorla gidiyorsunuz. Çok iyi zaman geçirdim burada ve fırsatını bulursam yine giderim.

[singlepic id=981 w=200 h=150 float=left]Tabi şehri turist cazibesi haline getiren şey Angkor Wat tapınağı ve çevresi. Listede değil ama dünyanın sekizinci harikası olsaydı kesinlikle burası olurdu. Yaklaşık 1000 kilometrekarelik alanda, Khmer Krallığı’nın altın çağında 9. yüzyılda inşa edilmeye başlamış onlarca tapınak, görkemli krallığın izlerini o kadar iyi korumuş ki, özellikle bazı yerlerin birkaç yıl önce inşa edildiğine yemin edebilirsiniz. Tüm ince detayları dahi üzerinde olan figürleri ve heykelcikleri gördükçe ağzınız açık kalıyor. Aynı zamanda burası dünyanın en büyük dini bölgesi, tapınakların bir kısmı Hindu, diğerleri Budist [singlepic id=989 w=200 h=150 float=right]mimarisine uygun olarak dikilmiş. Çok beğendim Angkor Wat’ı, evet çok turistik, her yıl 2 milyon turist ziyaret ediyor ve bazı yerlerde bu kalabalık ortamın tüm büyüsünü kaçırabiliyor ama alan alabildiğine geniş olunca turisti az, hatta bazen tek başınıza kalabileceğiniz bir çok harika tapınak keşfedebiliyorsunuz. Tamamen nasıl bir deneyim yaşamak istediğinize bağlı, burada herkes için seçenek var. Giriş ücreti günlük 20$, 3 günlük 40$ ve bir haftalık 60$. Ben 3 günlük olanı seçtim, çünkü herkes tek günde gezmenin imkansız olduğunu söylüyordu. Tapınaklar şehir merkezinden 7km uzaktaydı, ben de tuktuk yerine bisikleti tercih ettim, günlük kirası sadece 1$. Tuktukların tam günlük gezi ücreti ise rotasına göre 12$’dan başlıyor. Üç gün boyunca bana eşlik edecek bisikletime kısa sürede ısındım, hem de dağ bisikleti olunca engebeli arazide çok eğlenceli zaman geçirdim. Şu şehir bisikletlerine alışamadım bir türlü, hem yavaşlar hem de popoyu çok acıtıyorlar 🙂

[singlepic id=994 w=200 h=150 float=left]Sevgili bisikletimle ilk günü Angkor Wat tapınağının kendisini gezmekle geçirdim, ikinci gün Ta Prohm ya da meşhur ismiyle Tomb Raider Tapınağı, son gün ise en büyük tapınak kompleksi olan Angkor Thom’u keşfetmekle geçti. Özellikle Ta Prohm’a hayran [singlepic id=998 w=150 h=200 float=right]kaldım, en az 30 metrelik devasa ağaçların zamanla tapınakların üzerine doğru büyümesini, geniş köklerini duvarlara, surlara, binaların içlerine sarmasını izlemesi dehşete düşürücü ve saygı uyandırıcı. Hani Yüzüklerin Efendisi’nde Entler vardır, ağaç ırkı. Aynı onların arasındaymış gibi hissettim, insan çekiniyor öylesi bir manzara karşısında 🙂 Uçsuz bucaksız bir ormanın içindeki bu tapınaklarda gezerken bazen ayak seslerinize eşlik eden tek ses yabani hayvanların melodisi, ya da tapınağın içinde 10 dakika ilerledikten sonra bir anda üzeri yosunla kaplı küçük bir gölet çıkıveriyor karşınıza. Doğanın binalarla uyumu nefes kesici, insana dünyanın çok farklı bir yerinde olduğu hissini sonuna kadar veriyor. Bu arada rock grubu Placebo 2008’de Angkor Wat’ta yardım konseri vermişti. Nasıl bir atmosfere sahip olduğunu sadece tahmin edebiliyorum ama bu konserleri düzenli olarak yapılara zarar vermeyecek şekilde organize etseler ne haika olurdu değil mi?

Her gün ortalama 25 kilometre bisiklet sürmüşüm, [singlepic id=1007 w=100 h=150 float=left]iyi egzersiz oldu benim için 🙂 Tabi her günün ardından şehre döndüğümde Khmer masajı yaptırmayı ihmal etmedim, ertesi gün kaslarım tutulmadan gezebilmemi bu masajlara borçluyum. Saati 5$ olan masaj merkezlerini şehrin her yerinde bulabilirsiniz. Ama buranın asıl özelliği, kör insanların yaptığı masajlar. Tapınaklarda senelerce masaj eğitimi alan masörler, hayatınızda yaptırabileceğiniz en rahatlatıcı masajlardan birini yaşatıyor, bunun için istedikleri ücret sadece 7$. Siem Reap’in olmazsa olmazlarından.

[singlepic id=1020 w=200 h=150 float=right]Kamboçya’lılar doğal olarak Angkor Wat ile son derece gurur duyuyorlar. Ülke bayraklarında bile resmi var, ünlü bir yapısını bayrağına ekleyen sanırım dünyadaki tek ülke. O kadar bağlılar ki zamanında Taylandlı bir TV yıldızı Angkor Wat’ın aslında Tayland’a ait olduğunu ve Kamboçya’nın kendilerinden çaldığını iddia etmesinin ardından ülkede büyük bir ayaklanma oldu, Tayland Büyükelçiliği yok edildi ve protestolar çok uzun süre devam etti. O yüzden tapınaklara saygı gösterilmesi ve arkasından sağda solda yersiz konuşulmaması gerekiyor, Kamboçya hapishaneleri gerçekten hayatınızın geri kalanını geçirmek isteyeceğiniz bir yer değil.

Siem Reap günlerinin ardından Phnom Penh’e yani başkente gidecek 6$’lık otobüse biletimi aldım. Buraya gitme amacım Laos vizesine başvurmak ve zaman kaybetmeden sıradaki ülkeye geçmek. Siem Reap ise yolculuğumun favori kasabalarından biri oldu, başka yerleri özellikle Hindistan’ı anlamıyorum ama turist olarak gelip hayatının sonuna kadar Siem Reap’te yaşamaya karar verenleri anlayabilirim sanırım 🙂

You may also like...

2 Responses

  1. Kemal Kaya says:

    Hiroşima’dan başlayıp Siem Reap’de biten bir yolculuk.
    Bu gezi yazından sonra sanırım Siem Reap’da daha fazla kalacağım.

  2. Bekran says:

    Evet evet Siem Reap’ta bir süreliğine yaşayabilirsin, iyi vakit geçireceğine eminim 🙂

Leave a Reply to Bekran Cancel reply

Your email address will not be published.

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.