Yeni Dostlar, Güzel Zamanlar..

[singlepic id=1915 w=200 h=150 float=left]Özlem’le tanışın.. Kendisi uzun süredir Güney Amerika’yı gezme hayalleriyle yanıp tutuşurken siteme denk gelip bana katılmaya karar vermiş bir gezgin. Bir süredir yaşadığı New York’un dondurucu kışından ve insanı bezdiren kalabalığından uzaklaşıp Latin Amerika’nın  rahat, sıcak, karakterli ülkelerinde zamanını geçirmeyi yeğlemiş, daha fazla hak veremezdim 🙂 Böylece 22 Şubat tarihi, Rio Karnavalı’nın hemen ardından ben Sao Paulo’ya otobüsle geçerken (94BRL) o da aynı günün akşamı uçakla inecekti şehre. Tayland’da 2011 yılının son gününde yaptığımız bot turunda tanıştığım Sao Paulo’lu Aluan yolum oraya düşerse beni misafir edeceğini söylemişti. Böylece şehre vardığımda ilk işim Aluan’la buluşana kadar çantalarımı koyabileceğim bir yer aramak oldu. [singlepic id=1904 w=200 h=150 float=right]Yakınlarda bulduğum bir hostel’e çantamı koyup duşumu aldıktan sonra Özlem’i karşılamaya çıktım. Heyecanını yüzünden okuyabiliyordunuz.. Beraber hostele döndüğümüzde Aluan arabasıyla varmıştı, çantamı geri topladıktan sonra arabasına yükleyip evine doğru yol aldık. Abisiyle ve Danimarkalı bir kızla şehrin iyi yerlerinden birinde büyük bir evde kalıyordu. Özlem de New York’tan baklava getirmişti, ne kadar özlemişim anlatamam 🙂 Bizim çocuklara da birkaç parça verdik çok beğendiler, muhabbet, eski günleri yadetme derken her şey gayet iyiydi. Çoktan gece olmuştu ve Aluan işe gidecekti, biz de çok geçmeden yattık.

Sao Paulo’da bir günümüz vardı geçirecek. Burası daha çok Karnaval ve Güney Amerika yolculuğu öncesi bir dinlenme molasıydı, zaten Sao Paulo’ya gidenler orada görülecek çok şey olmadığını söylüyordu. Ama Brezilyalı arkadaşlarımız sayesinde o bir gün bile yolculuğun en güzellerinden biri [singlepic id=1916 w=200 h=150 float=left]haline geldi. Sabah kalktığımızda Aluan işe gitmişti ama abisi Mateus salonda oturuyordu. Kendisi profesyonel bir tiyatro oyuncusuymuş, sıradaki oyunun provaları birkaç ay sonra başlayacağı için şu anda tatilinin keyfini çıkartıyormuş. Mutlaka kahvaltı olarak Pastel denen yiyeceklerden denememizi söyledi ve bizi evin yakınlarındaki bir pazara götürdü. Sadece yerel halkın olduğu pazarda dolaşıp, yerel meyve ve sebzelerin güzelliği karşılığında çok etkilendim. Pazarcılar hareketleri ile aynı Türk meslektaşları gibi, zaten Brezilyalıları Türklere o kadar benzetiyorum ki: yemek için tutkuluyuz, futbol için tutkuluyuz, aşk için tutkuluyuz.. kısaca hayatın [singlepic id=1910 w=200 h=150 float=right]kendisini seviyoruz. Bize denememiz için kaju meyvesinden ve Brezilya eriğinden birer parça verdiler, özellikle erik şahaneydi. Ardından Pestel’in olduğu stand’a geldik. İçine çeşitli malzemeler koydurabileceğiniz dışı kızartılmış hamur işi diyebilirim. Tabi yerel tadlar deneme taraftarı olduğum için palmetto’lu olandan söyledim. Palmetto palmiye ağacının yaprakları içindeki öze deniyormuş, tadı ise ilginç ama yumurtaya benziyordu. Yandaki tatlı teyzelerden de birer koca bardak şeker kamışı suyu ve hindistan cevizi suyu alıp afiyetle içtik. Böyle turistik olmayan yerlerde insanlar çok daha sıcak davranıyor, daha dürüst oluyor, Rio’daki o sinsi çakalları hiç görmedim. Metrodayken iki kere de birileri gelip bizimle konuşmaya çalıştı, nereden geliyoruz, ne yapıyoruz.. Yavaş yavaş gerçek Brezilya’yı görmeye başladığım için mutluyum.

[singlepic id=1905 w=150 h=200 float=left]Böylece Mateus eve dönerken biz de şehri dolaşmaya çıktık. Önümüzde büyük bir görülecekler listesi yoktu, şehir merkezi olan Sé istasyonunda inip büyük katedralin olduğu meydana çıktık ve oradan yürümeye başladık. Epey yürümüşüz, şehrin finans merkezlerinin olduğu caddeyi de boydan boya gezdiğimizde dört saat geçmişti bile. Bir alışveriş merkezine girip şehrin plaza insanlarıyla gayet ucuz ve lezzetli öğle menülerinden birini yedikten sonra Aluan’la buluşacağımız yere geldik. Kendisi çok geçmeden arabasıyla karşımıza çıktı. Planımız [singlepic id=1906 w=200 h=150 float=right]onunla beraber bir süre daha gezmekti ancak öyle bir yağmur bastırdı ki bu halde ne araba sürmesi keyifli olurdu ne de dışarı çıkıp yürümesi. Biz de akşama kadar oyalanmak için eve döndük, çünkü akşam bizi tam bir ziyafet bekleyecekti: Churrascaria! Bu dev et restaurantlarından birine oturup içkinizi söylüyorsunuz ve onlarca çeşide sahip (suşi, carpaccio, salatalar, et yemekleri, ne ararsanız var) açık büfeden bir tabak doldurup masanıza geçiyorsunuz. Yuvarlak bir kart var, bir tarafı yeşil, diğeri kırmızı. Yeşil kısmını çevirirseniz asıl eğlence başlıyor. Garsonlar ellerinde çeşit çeşit etle, sosisle, yan yemeklerle her 30 saniyede bir yanınıza gelip denemek ister miyiz diye soruyorlar. Türkiye’de iki sefer Brezilya restaurantına gitmiş ve oralarda bile yemeği çok beğenen biri olarak şu anda bir yorum yaparsam: iki restaurantın arasındaki et kalitesi [singlepic id=1914 w=200 h=150 float=left]Türkiye’deki bir köşebaşı dönercisi ile kaliteli bir kebap restaurantındaki kadar büyükmüş 🙂 Getirdikleri etlerin çoğunu hatırlamıyorum, aklımda kalan tek et ülkenin en lezzetlisi olarak bilinen gurur kaynakları picanha, koca bir sığırdan sadece 1-2 kilo çıkan bu filetoyu sarımsaklı sosla zenginleştirmişler ve inanılmaz olmuş. Çok güzeldi yemekler, sadece yolculuğumun değil hayatımın en güzel yemek deneyimlerinden biriydi. Yemekte Aluan’ın yanında sevgilisi Camila eşlik etmişti bize, ulusal bir TV kanalında çalışıyormuş, çok sıcak ve arkadaş canlısıydı. Eve dönerken yemekten kimsenin hareket edecek hali yoktu ama akşam daha bitmemişti. Hemen evdeki içkilerden ne bulduysak bardaklara doldurup içmeye başladık. Camila da Brigadeiro diye Brezilya’ya özgü şahane bir tatlı yaptı, tadı tam anlamıyla damağımızda kaldı, o günden sonra sağda solda o tatlıyı arayıp durduk 🙂 Herkesin neşesi yerindeydi, Danimarkalı ev arkadaşı Marie ve Brezilyalı şef olan bir arkadaşları da bize katılınca oldukça kalabalık olduk, sanki Brezilya’nın bir şehrine gittiğimiz ilk gün yeni tanıştığımız insanlarla değil de kendi yaşadığımız şehirde kırk yıllık dostlarla birlikteydik. Ve gece 11 olduğunda dışarı çıkıp Sao Paulo’nun o dillere destan gece hayatına tanık olma zamanıydı.

Villa Country diye devasa bir mekana götürdüler bizi, eski bir vahşi batı kasabası tarzı inşa edilen bu bina üç büyük bölümden oluşuyor ve her yerde ayrı bir canlı grup çalıyordu ama Perşembe akşamı olmasına rağmen gayet kalabalıktı, oldukça popüler bir yermiş. Brezilya klüplerinde genellikle dans [singlepic id=1902 w=200 h=150 float=right]ediliyor, sallanma ve birbirini kesmeden ibaret olan Türk gece hayatından çok farklı olduğu kesin. Herkes çiftini bulmuş, kimseyi umursamadan eğleniyordu. Aluan’lar çıkmadan önce ne tarz dans isteriz diye sormuşlardı. Samba, salsa ve diğerleri için ayrı ayrı yere gidiyorlarmış. Bizim gittiğimiz yerde de salsa yapılıyordu. E ben bilmeyince tabi Camila gidip Brezilyalı bir kız getirdi karşıma, bana öğretecekmiş dansı 🙂 Ona ayak uydurmaya çalıştım ama kız zaten iyi dansçıydı, benim de salsa konusunda pek başarılı olduğum söylenemez 🙂 Tekila, caipirinha derken bayağı içmiştik, ama eve döndüğümüzde içmeye devam etmemek için bir engel değildi bu. Son bir haftam çok hareketli geçiyor, her gün böyle devam edersek yandık. Daha önce Sao Paulo’ya gitmesem mi acaba diye düşünürken şimdi ayrılmak istemiyordum buradan. Pırlanta gibi insanlarla tanıştık, gerçek Brezilyalı dostlar edindik. Ama herkesle vedalaşıp yatağa gitme zamanıydı, çünkü yarın uçuşumuz sabah erken saatteydi ve yol bizi bekliyordu.

Havaalanına varmak için metro ile otobüs terminaline varıp oradan 10 dakikada bir geçen otobüslerden birine binmemiz gerekti (7,3BRL). Havaalanında bir süre oturup Iguaçu Şelaleleri’ne giden uçağımıza binerken kafama tek bir şey vardı: Güney Amerika maceramız işte şimdi başlamıştı!

You may also like...

6 Responses

  1. Pınar says:

    Sevgili Bekran,
    Yazılarını okuduktan sonra neden ödüllü blogger olduğunu anladım 🙂
    En yakın arkadaşım sana emanet:)
    Keyifli gezmeler…

  2. Bekran says:

    Selam Pınar,

    Çok teşekkür ederim güzel yorum için. Arkadaşın emin ellerde, için rahat olsun 🙂

    Arjantin’den sevgiler..

  3. Kemal Kaya says:

    Keyfiniz daim olsun. Boyle eglendigini gormek keyif verici. Hele baklavalar, tatlilar, enfes yemekleri tadmak bana of off dedirtti.

    Asya’da her yemege kattiklari seker agizda tat birakmadi be dostum. Afiyet olsun, ikinize de iyi eglenceler.

    Laos’ta 8 saat surecek zorlu bir gece yolculugu otobusunden selamlar.

    • Bekran says:

      🙂 Güney Amerika yemek konusunda çok zengin ve çok ucuz bir yer, etin kilosu sadece 4 lira olunca her akşam ayrı bir ziyafet, damak tatları da bizimkine çok benzediği için ne yaparlarsa bayılıyoruz. Yeni yol arkadaşım sayesinde de baklava özlemimi gidermiş oldum, darısı başına artık 🙂

      Çok sağol. Sana da Laos’ta iyi geziler dilerim, gidemediğim için içimde kalan bir yer Laos. Umarım Vietnam vizesini de halledersin de Güneydoğu Asya’da görülmedik yer bırakmazsın. Myanmar’ı da ihmal etme derim, görülecek şahane yerleri var.

  4. Berk says:

    Selam Bekran,

    Birkaç senedir bir yerlere gitme arzusuyla yanıp tutuşurken yanıma adam alamadığım için hevesim hep kursağımda kalmıştı. Birkaç kez yalnız gitmeyi düşünüp vazgeçmiştim. Belki de orada yalnız kalmaktan çekindim, bilmiyorum; fakat görüyorum ki çok da yalnız kalınmıyormuş. Blogunla bana verdiğin kararlılıktan dolayı geç de olsa teşekkür ediyorum. Dediğin gibi her Türk gezmeye Avrupa’dan başlar, benim de öyle olacak herhalde. Sanırım bu durumda başa dönüp bir Barcelona tavisyelerine tekrar göz atsam hiç fena olmaz. 🙂 İyi seyirler.

  5. Bekran says:

    Berk,

    İlk çıkılan gezilerde her zaman yanında bir desteğe ihtiyaç duyar insan, çok normal. Ben de ilk uzun yolculuğumda aynı şeyi düşünüyordum ve benimle gelecek birini bulduğum için şanslıydım. Ama şimdi 5 aydır yolda olan biri olarak söylüyorum ki, insan özellikle tek başınaysa asla yalnız kalmıyor. Kaldığım hostellerde muhabbet etmek isteyenler olsun, couchsurfing gibi siteler sayesinde beni konaklatanlar olsun o kadar ilginç insanlarla karşılaşıyorum ki. Şahane insanlar tanıdım, onlar sayesinde hayatımın en güzel günlerini geçirdim. Her insan ayrı bir dünya, her tanışma ayrı bir macera. İçtenlikle söylüyorum ki, başkasıyla çıkılan bir gezide bu kadar çok kişiyle tanışamıyorsun, ister istemez izole oluyorsun. Diğerleri de sana o kadar kolay yaklaşamıyor.

    Biraz olsun bu konudaki fikrini olumlu yönde etkilediğime sevindim. Barcelona ilk gezi için harika bir seçenek. Umarım sen de en az benim aldığım kadar keyif alırsın oradan. Okuduklarından başka herhangi bir sorun olursa bana her türlü ulaşabilirsin.

    Patagonya’dan selamlar..

Leave a Reply

Your email address will not be published.

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.