Pokhara’da İki Gün

[singlepic id=108 w=200 h=150 float=left]Pokhara’ya doğru Katmandu’dan saat sabah 7’de başlayan otobüs yolculuğumuz tam 7,5 saat sürdü. Her otobüs gezisinde yeni komikliklerle karşılaşıyorum. Bugünküler ise şöyle: Otobüs terminaline saat 6:30 gibi vardım (terminal dediğime bakmayın, caddenin birinde sağlı sollu yanaşmış 20-30 tane otobüs, otobüs tarihinin ilk üretilen otobüsleri ile bizim 90 model otobüsler arası değişiyor kaliteleri). Ben çoktan turist otobüsüne almıştım biletimi ama yerel otobüsler de nasıl diye merak etmiyor değildim. Ve görmüş olduğum manzara karşısında gülmekten alamadım kendimi: bu şehirlerarası otobüslerde içeride oturanların yanında otobüsün tepesinde yolculuk imkanı da var. Herhalde gereğinden fazla koltuk satıyorlar ya da yolda adam toplamaya devam ediyorlar ama bayıldım. 7 saat otobüsün tepesinde gitmek ilginç olabilir, Hindistan’da falan deneyebilirim aynısını 🙂 Bir diğeri ise biz her iki saatte bir tesisin birinde durup ihtiyaç molası veriyoruz ancak bu otobüsler herhalde tesis park ücreti vermemek için ağaçlık bir yerde yol kenarına çekiyor ve milet topluca araçtan inip Himalayalar’a karşı gideriyor ihtiyaçlarını. Bu arada mola yerlerinden birinde bizim trekker İtalyanlara rastladım, ayaküstü lafladık, onlar da Chitwan Ulusal Parkı’na gidiyorlarmış. Böylece keskin virajlar ve bozuk yollardan geçen yolculuğumuz[singlepic id=113 w=200 h=150 float=right] sonunda yarım saat gecikmeyle Pokhara’ya vardık. Pokhara tam bir sayfiye yeri, nüfusu çok kalabalık değil, evlerin çoğu bahçeli villa şeklinde, maddi durumu daha iyi olan Nepallilere hitap ediyor belli ki. Şehir aynı zamanda “Nepal’de dışkıların sokaklardan kaldırıldığı ilk şehir” unvanını almış, pek anlamadım ama heryerde tabelada yazıyor, gurur duyuyorlar belli ki. Ayrıca yol boyunca her kasaba ve şehre girdiğimizde kocaman hoşgeldiniz tabelaları var küçük Budist heykelleriyle birlikte ama dikkatimi çeken şey, bu şehirlerden bazılarının kendini özerk cumhuriyet olarak adlandırmasıydı. Meğersem Nepal’in bu bölgesi birbirinden bağımsız küçük cumhuriyetler ile doluymuş… Terminale vardığımızda otel görevlisi beni bekliyordu, çok geçmeden Fishtail Villa adlı otele vardık. Katmandu’yla kıyasladığımda odaları çok daha temiz ve daha kaliteli, fiyatı da daha önce yazdığım gibi 10$. Tavsiye ederim. Hemen duşumu aldım, yol yorgunluğumu attım ve internette yarım kalan işlerimi hallettim. Akşam yemeği için günbatımına doğru dışarı çıktım, burasının özelliği Himalayar’ın Annapurna bölgesine çok çok yakın olması ve ünlü Fewa Gölü’nü barındırması. Muhteşem manzaraları olan gölde kayıkla gezi, gündoğumunu izlemek için 1500m yükseklikteki Sarangkot kasabasına çıkış ve tabi ki trekking buranın en popüler aktiviteleri. Karnım çok acıkmıştı ve birkaç resim çektikten sonra akşam yemeği  yemek için güzel bir restauranta attım kendimi, bir tabak dolusu et yemek istiyorum artık:)J İstediğimi aldım, tavuk ızgara yanında Sandheko dedikleri soslu-sebzeli fıstıklardan bir tabak yedim. Bu arada orada çalışan garson kızlardan biriyle kanka oldum, Aarati restaurantın koşullarından bıkmış ayrılmak istiyor, aylık ücretini duyunca inanamayacaksınız: 3500Rupi yani 35€ ve günde 10 saat çalışması lazım bunun için. Ve burasının şehrin en pahalı restaurantlarından biri olduğunu vurgularım. Patronlarına bayağı sövdüm. Neyse laf lafı[singlepic id=112 w=200 h=150 float=right] açtı, beni yarın gezdirebileceğini söyledi. Arkadaşı Alman Peter da eşlik edecekmiş bize. Çok geçmeden Peter geldi, 40’lı yaşlarında ve üniversitede sanat tarihi hocalığı yapıyor.  Benim gibi dünya turundaymış, Asya’da göreceğim yerlerin bir kısmına çoktan gitmiş, oralar hakkında harika bir iki tavsiye kaptım. Şimdi ise 5. ayındaymış, artık çok yer görmek yerine her şehirde en az 1 hafta kalma şeklinde sürdürüyor turunu.  Güzel muhabbet ve güzel yemekten sonra otelime döndüm ve interneti açtım. Burada, aynı Katmandu’da olduğu gibi sık sık elektrik kesintileri oluyor. Özellikle kış günleri günde 16 saate yakın kesintiler oluyormuş, tam bilgisayar başındayken elektrikler gidince ben de internetteki işlerimi bir sonraki güne bırakmak zorunda kaldım, çok birikmeden eski yazılarımı ve resimlerimi bitirmek istiyorum sonra yük oluyor başıma 🙂 Neyse işler yarım kaldı ama bari erkenden yatayım da yarın enerjim yüksek olsun..

[singlepic id=110 w=200 h=150 float=left]Ertesi sabah 5:30’da kalkıyorum, camdan dışarı bakmamla moralim çok bozuluyor çünkü hava tamamen kapalı ve normalde bulunduğum yerden bile gözüken devasa dağlar bırak gündoğumu manzarası vermeyi, gözükmüyor bile. Ben de biraz daha uyumaya karar veriyorum. 1 saat sonra telefonun çalışıyla uyanıyorum, arayan Aarati. Otelimden beni alacaklarını söylüyor, hazırlan diyor. Dün gezdiririm diyince ciddiye almamıştım, 10 dakika sonra otelin kapısındalar. Üç kişiler; Peter, Aarati ve arkadaşı Syang. İki motosikletle gelmişler, ben Syang’ın arkasındayım. İlginç bir deneyim olacak 🙂 Yola çıkıyoruz, ilk durağımız Sarangkot. Motorsikletle yavaş yavaş tırmanıyoruz dağlık araziden, kasabaya varmamız 30 dakika sürüyor. Bu arada gidiş dönüş Sarangkot turu yapmak isteyenler için fiyat 30$’mış aklınızda olsun. Kasabaya çıktığımızda artık bulutların üstündeydik, o yüzden tüm Himalayalar büyüleyici bir şekilde karşımızda uzanıyordu. Burası sıradağların en yüksek noktalarından biri. Fotoğraflarda göreceğiniz dağlar 7500 metreden başlıyor, 8000 metrelik 3 tane zirve var. Tam anlamıyla nefes kesici bir görüntü, Katmandu’daki trekking turunun tamamından daha iyi.  Trekking’e Pokhara’ya gidilir diyenler yanılmıyor, kesinlikle katılıyorum. Yeterince büyülendikten sonra motorsikletleri park ettik ve tepedeki izleme kulesine doğru yürüdük. 15 dakikada oradaydık ama tepedeki manzaranın aşağıdan bir farkı yok, biz de aynı resimleri çekip aşağıya inmeye başladık. Buranın bir diğer aktivitesi de tepeden yapılan yamaç paraşütü. Yapmayı çok istesem de arkadaşlarımı yalnız bırakamadım, paraşüt artık bir sonraki sefere kaldı. Bu heyecanın fiyatı 50$’mış. Bir kafeye geçip kahvaltımızı ettikten sonra ikinci görülecek yerimiz Tibetan[singlepic id=115 w=200 h=150 float=right] Budist Manastarı. Tüm ülkenin en önemli manastırlarından biri olarak geçiyor. Hemen gittik tabi, vardığımızda çok turist yoktu, harika. İçeri girdik, oradaki Budist rahiplerden biriyle muhabbet etmeye başladım. Budist rahip olsun, otobüs şoförü olsun burada tek konu futbol. Gören de Güney Amerika’da zannedecek kendini, adamların milli takım olarak başarı kırıntısı bile yok. Asya’nın San Marino’su işte. Neyse ezmiyim çok, efendi efendi konuşurken rahip bana manastarın üst katına çıkmak ister miyim diye sordu. Orada manastırın lideriyle tanıştıracakmış beni, Budizm hakkında aradığım her sorunun cevabını bulabilirmişim. Tabi bu gezide her ilginç teklife açığım, kabul ettim ve kilitli kapıları geçerek çıktık üst kata. Amcanın biri elinde tepsisiyle oturmuş manzarayı izliyordu. Ruhani bir havası vardı heyecanlandım tanışınca. Onunla konuşmaya çalıştım, İngilizce bilmiyormuş. Nasıl anlatmayı düşünüyor ki Budizm’i? Neyse, sıkılınca yanından ayrıldık ve genç rahip beni bir oraya aldı. Manastarın en büyük hazinesi olan saf altından buda heykelini gösterdi, camekanın hemen arkasındaydı ve bu heykele tapındıklarını, istersem fotosunu çekebileceğimi söyledi. Ben de teklifi reddetmedim. Sonra birden bizim rahip yandaki heykelin dibindeki pirinç kasesine para sıkıştırmanın uğur getirdiğini söyledi, 1000Rupi (25TL) yeterliymiş. Tabi bütün büyüsü kaçtı olayın, anladım ki üçkağıtçıymış bunlar, tek dertleri turistlerden 1000’er Rupi götürmek. Ben de çaktırmadan cebimden iki tane 10Rupi(50 kuruş) çıkardım, renkleri aynı olduğu için paraları katlayınca 1000Rupi gibi gözüktü, öylece pirince sıkıştırdım. Adam sevindi teşekkür ediyor, ben de içimden kıskıs gülüyorum. Neyse manastıra olan sevgi-saygım yok oldu sonuçta, biz de çıktık oradan. Aarati şimdi de bizi eskiden yaşamış olduğu evine götürmek istiyor. Nasıl yani dedik, ama gittik tabi. Vardığımızda anladık işin aslını. Meğersem Aarati öksüz-yetimmiş, anne babası ölünce buraya SOS Çocuk Kasabası’na getirilmiş. Geçen seneye kadar da burada yaşamış. SOS Avusturya merkezli, dünyaca ünlü bir hayır kurumu. Dünyanın en fakir bölgelerinde kimsesiz çocuklar için kasabalar inşa ediyorlar ve standartları olabildiğince yüksek tutmaya çalışıyorlar. Pokhara’daki merkez 30 yıl önce inşa edilmiş ve yemyeşil bahçeleriyle, konaklama evleriyle, okuluyla ve spor sahalarıyla çok temiz, çok düzenli bir bölge. Şu anda 350 çocuk yaşıyor burada, 5 yaşından itibaren kasaba içinde okul eğitimlerine başlıyorlar. Burada aldıkları eğitim Nepal’deki çoğu okuldan daha iyi, küçük yaştan itibaren sanat, İngilizce ve meditasyon dersleri alıyorlar örneğin. Spor olanaklarının bolluğu da cabası. Burada öğretmen olmak da [singlepic id=119 w=200 h=150 float=left]inanılmaz zormuş, belirli sınavlardan geçirdikten sonra alıyorlarmış öğretmenleri işe. Aarati futbola düşkünlüğünden dolayı küçük yaşta çok başarılı olmuş ve 15 yaşında Nepal genç milli takımına seçilmiş, bir kaç milli turnuvada oynadıktan sonra sıkılıp bırakmış futbolu (her maç 5 gol yersen sıkılırsın tabi). Bu arada kasabadan ayrılmak için ise tüm eğitim programını tamamlamak ve belli bir puan almak gerekiyor, ister 10 yıl olsun ister 15 ama çocuğun eğitimi tam olarak aldığından emin olunuyor. Böylece hayata hazır oluyorlar ve kendi ayaklarının üstünde durabilecek birikime sahip oluyorlar. Yerlerini de yeni gelecek çocuklara bırakıyorlar. Aarati de 1 sene önce diplomasını alıp kasabadan ayrılmış. Yaşadığı evi gösterdi, çok güzel döşenmiş içi ve dışı. Kaldığı yerde şimdi 10 minik çocuk, kendi deyimiyle kardeşleri yaşıyor. Her evin de bir tane annesi var. Anne seçilmek için de çok büyük şartlar aranıyor, 20 sene hizmet verdikten sonra bu kasabada kendilerine ait bir ev sahibi olma hakkına kavuşuyorlar. Her şey inanılmaz planlı programlı, çok takdir ettim. Oradan eğitim görüp çıkan çocukların ise hayatta çok başarılı olduklarını söylediler, örneğin Aarati’nin ablalarından biri şu anda Kaliforniya’da[singlepic id=118 w=200 h=150 float=right] doktorluk yapıyormuş daha ne olsun. Ayrıca Avusturya temelli olmasına rağmen şirketin misyonerlik gibi bir amacı yok. Çocuklar ülkelerinin Budist felsefesine göre eğitim görüyorlar. Şu ana kadar bu kurumun adını hiç duymadığıma gerçekten üzüldüm. Aarati bize kasaba turu yaptırdı, kardeşleri ve annesiyle tanıştırdı. Gerçekten özel ve duygu yüklü geçen 1 saatten sonra kasabadan ayrıldık. Aarati’nin yarım saat içinde vardiyası başlıyor, hazırlanıp restauranta gitmek zorunda. Syang’la beraber ayrılıyoruz diğerlerinden. Ertesi gün artık Hindistan’a geçeceğim ve otobüs biletimi alsam iyi olur. Syang’dan yardım istiyorum, iyi adammış beni tek tek tüm otobüs terminallerine götürüp Hindistan-Nepal sınırındaki Sunauli kasabasına giden otobüsü soruyor çalışanlara. Sonunda bir ofise girip 350Rupi’ye biletimi alıyorum ama Syang olmasaydı anlaşmakta zorluk çekerdim orası kesin. Bilet de hazır artık otele dönebilirim. Syang’ı daha fazla uğraştırmak istemiyorum, ona teşekkürlerimi iletip bir taksiye atlıyorum. Pokhara’yı yeterince gördükten sonra artık kalan internet işlerini rahatlıkla bitirebilirim. Böylece çantamı topluyorum, yazılarımı bitiriyorum ve Türkiye’den yanımda getirdiğim nazar boncuklardan bir tanesini gidip Aarati’ye veriyorum. Çok seviniyor, ben de birini daha mutlu etmenin verdiği huzurla otelime dönüp sıcak yatağımda yatıyorum..

You may also like...

1 Response

  1. Can says:

    Aarati güzelmiş 🙂

Leave a Reply

Your email address will not be published.

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.