Dönmek ya da Dönememek?

[singlepic id=2649 w=200 h=150 float=left]Tayrona Ulusal Parkı’ndaki güzel günlerin ardından Santa Marta’ya, oradan da bir shuttle minibüs ile Cartagena’ya geri dönmüştük. Burada plan, Panama’ya geçen yelkenli turlarından birine katılıp beş günlük gezi boyunca San Blas Adaları’nın keyfini doyasıya çıkartmaktı. Cartagena’nın kaptanlarla anlaşmalı hostel’lerinden olan El Viajero, yakın bir zamanda kendilerine iletilen herhangi bir tur olmadığını ve başka bir hostel olan Casa Viena’ya sormamız gerektiğini söyleyince biz de ertesi gün sabah gideriz dedik ve hostelde o geceyi geçirmeye karar verdik. İşte tam o sıralarda İstanbul’daki ailemle yaptığım görüşme sonrası bazı kötü haberler aldım: Babam çok rahatsızlanmıştı ve bana ihtiyaç duyuyorlardı. Ben de doğal olarak turumun geri kalanını iptal edip yakınlardan uçak aramaya koyuldum. Kolombiya’dan Türkiye’ye dönüş büyük sıkıntı, yakın tarihte 3000TL’den aşağı tek yön bilet bulamadım. Panama’dan ise 1000TL’ye Condor Havayolları’nın seferi vardı. İlk uçak beş gün sonraydı, tabi bu durumda o yelkenli seferini yapacak halim yoktu. Bir an önce Panama’ya geçmeliydim.

Alexandra benimle beraber gelmek istediğini söyledi. Birlikte Kolombiya’dan Panama’ya daha hızlı nasıl gidilebilir diye soruşturmaya başladık. İki ülke arasındaki Darian Gap denilen bölge yüzlerce kilometre boyunca uzanan ormanlarla kaplı ve arada yeni açılan bir bağlantı yolu olsa da az sayıdaki otobüs seferini kimse kullanmıyormuş. Çünkü o bölge FARC gerillaların yuvasıymış ve yolda durdurdukları arabalardakileri kaçırıp ya öldürüyor ya da soyuyorlarmış. Tek çözüm yolu, sahil şeridi boyunca küçük teknelerle aktarmalar yaparak ulaşmaya çalışmakmış. Buna göre bizim gibi hızlı geçiş yapmak isteyen turistlerin uyguladığı ana güzergahın şöyle olduğunu öğrendik:

  • Cartagena-Monteria-Turbo: Otobüs (5 saat)
  • Turbo-Capurgana-Puerto Obaldia-Carti: Bot (7,5 saat)
  • Carti-Panama City: Otobüs (2 saat)

Tanıştığım gezginler bu yolun gayet sorunsuz olduğunu, şansımız yaver giderse bir günde, olmadı en geç iki gün içinde Panama City’e varabileceğimizi söyledi. Biz de onlara güvenip ertesi sabah oyalanmadan [singlepic id=2637 w=200 h=150 float=right]otobüs terminaline giderek Monteria’ya otobüs aramaya koyulduk. Ülkede terminaller bizim Salı pazarlarından farksız, elemanlar karpuz satar gibi otobüs bileti satmaya çalışıyor. Seçenek bol olunca biz de pazarlık yapmaya koyulduk, sonunda 55000’den 30000Peso’ya kadar düşen birinde karar kıldık. Otobüs biraz döküntüydü, hemen kalkacak demelerine rağmen de bir saat bekletildik ama kazasız belasız 5,5 saatlik bir yolculuk oldu. Turbo’ya geçmek içinse o saatte shuttle minibüslerden başka şansımız yokmuş, gereğinden fazla pahalı olan bu ikinci yolculuğa 45000Peso ödemek zorunda kaldık. Yakın sonuçta, bir iki saate bu kadar para istenir mi diye itiraz ediyorduk ki yolun 4 saat süreceğini söylediler! O toplamda 5 saat sürmesi gereken yol oldu 9,5 saat, o günün aslında dönüş yolumuzdaki en rahat gün olduğunun bilincinde olsaydık canımızı çok sıkmamaya çalışırdık. Çünkü her şey yeni başlıyordu..

Turbo’da gece konaklayacağımız kesin gibiydi, çünkü akşam oradan kalkan bir bot bulabileceğimize hiç ihtimal vermiyordum. Kutsal kitap Lonely Planet Turbo hakkında neler diyor, hangi hostel’de kalalım diye bakalım dedik. Rehberde yazan şu: “Turbo çok çirkin bir şehir, suç oranı çok yüksek. Gece [singlepic id=2639 w=200 h=150 float=left]vakti kasabaya gitmeyin ve mümkün olduğunca çabuk oradan uzaklaşmaya bakın.” Harika! Turbo’ya giden minibüsün içinde, hayatımda gördüğüm en bozuk yollarda zıplaya zıplaya ilerlerken kafamızda pek pembe hayaller dolaşmıyordu. Bu yol da tam 5 saat sürdü ve şehir merkezine vardığımızda saatler çoktan akşam 10’u gösteriyordu. Sırtımızda koca çantalarla turist olduğumuz inkar edilemez biçimde, kapkaranlık ışıksız yollardan en az karanlığını seçtik ve başladık yürümeye. Çok otel seçeneği yok, varolanlar da otel mi yoksa merdiven altı yatakhaneler mi pek çözemiyorduk ki etrafımıza tinerci tipli çocuklar doluşmaya başladılar. Sigara isteyip gidiyorlardı ama durum pek içaçıcı değildi, biz de hemen yakındaki Hotel Caribe’ye attık kendimizi. Demir kapıları çalıp bir süre bekledikten sonra resepsiyoncu çıkagelip kapı aralığından bakarak soyguncu olmadığımızdan emin oldu ve bizi içeri aldı. Geceliği 7$’dı, hiç düşünmeden tuttuk. Bot ise sabah 8:30’da kalkacakmış, ama erken gidip sıraya girmeliymişiz yoksa belli bir sayıda kişiden sonra gelenleri kabul etmiyorlarmış. 7’de kalkmamızı tavsiye etti, biz 6’da kalktık. Gün uzun olacaktı.

[singlepic id=2640 w=200 h=150 float=right]Panama’dan dönüş uçağına üç gün kalmıştı, bu akşam varsak rahat rahat dinlenir ve hatta şehri de bir süre gezme şansına kavuşabilirdik. Bot iskelesine doğru sabahın erken saatlerinde yürürken bile etrafta ne kadar insan olduğu çekti dikkatimi. Sadece fazla değiller, aynı zamanda gariplerdi. Bizi turist gördüler ya, hemen sinsi şeytani bakışlar atıyorlardı: hem bize, hem çantalarımıza. Akıllarından geçeni anlamak çok zor değil. Etraftan gelecek tehlikelere karşı tüm alıcılar açık vaziyette, hızlı adımlarla bot iskelesine gittik. Saatin altı buçuğunda bile bilet kuyruğu tam bir curcunaydı, neyse ki bot için son kalan yerlerden birini kaptık. Ücreti 55000Peso, diyorum  Kolombiya’da ulaşım ücretleri gereksiz pahalı. Pesolar da suyunu çekmeye başladı, en azından ülkeden çıkana kadar varolanlarla idare edip Panama’ya varır varmaz bir ATM’den ülkenin kendi para birimi olan Amerikan doları çekerim diye düşünüyordum. Ne kadar sürer dedik, 2,5 dediler. 4 saat sonra Capurgana’daydık. En azından simsiyah suları olan, bataklık görünümünde Turbo sularından Karayipleri çağrıştıran ve palmiye ağaçlarıyla süslü bu sınır kasabasına geçmek içimizi biraz [singlepic id=2643 w=150 h=200 float=left]olsun ferahlandırmıştı. Bottaki turistlerin neredeyse tamamı da günü burada geçirmeye karar vermişler, onlar hostellerine yönelirken biz de Panama’ya geçecek tekneleri soruşturmaya çalıştık. Adamlar sınırın diğer tarafı olan Puerto Obaldia kasabasına taksi şeklinde tekne kaldırıyorlar, tekne dediğim de motorlu sandal. Fiyatı adam başı 25000Peso, yarım saat için çok pahalı olduğu açık ama başka alternatif de yok. Öncesinde immigrasyon ofisine girip çıkış damgamızı almamız lazımdı, onlar da öğle tatilindeymiş. Bizim tekneci amcanın sabırsız çıkması işimize geldi, ofisteki arkadaşından damgayı hemen vurmasını rica etti de oyalanmak zorunda kalmadık. Eşyalarla birlikte tekneye yerleştik, amcanın da benzin alıp gelmesini bekliyorduk ki tekneyi bağlayan halatlar durup dururken iskeleden çözüldü. Arkamız dönük anlamamışız tabi, bir baktık suyun ortasında uzaklaşıyoruz. Hemen küreklere asılıp sandalı iskeleye döndürdük, iyi ki biz vardık içinde yoksa kendiliğinden bir taraflara sürüklenirdi. O da küçük macera oldu, neyse sonunda Kolombiyalı adam gelip benzini koydu da yarım saat sonra Puerto Obaldia’ya, yani Panama’ya vardık.

[singlepic id=2642 w=200 h=150 float=right]“Panama’ya hoşgeldiniz! Şimdi sizi şu tarafa, sırtçantalarınız da diğer tarafa alalım! Köpekleri getirin!” Botla iskeleye yanaşır yanaşmaz karşımıza çıkıveren eli tüfekli iki askerin ağzından dökülen ilk cümlelerdi bunlar. Bu candan karşılama karşısında pek itiraz etmeyi düşünmedik. Arama tam bir saat sürdü, köpeklerden sonra tek tek eşyaları boşaltıp iç çamaşırlarımızı bile kokain var mı diye incik bincik ettiler. Kolombiya’dan geliyoruz ya.. Sonunda ülkeye giriş hakkı kazanmıştık, immigrasyon bürosu kasaba meydanındaymış. Saatler öğleyarısını biraz geçse de çok endişe edecek durum yok gibiydi. Ne de olsa Carti’ye giden dört saatlik teknelerden birine atlayıp [singlepic id=2644 w=200 h=150 float=left]akşama doğru Panama City’e varacaktık. Hayallerimizin yıkılması çok sürmeyecekti: immigrasyon bürosu kapalı ve bu sınır kasabası hiç Capurgana’ya benzemiyor. Kasaba dediğim topu topu 50 kişiden oluşan bir köy, üç tane sokağı ve tek bir meydanı var. Günlerden Pazar olunca herkes meydana toplanmış, durmadan bira içiyorlar ve etraftaki barlardan yayılan aşırı gürültülü salsa müzikleri eşliğinde dans ediyorlar. Herkes sarhoş, herkes meraklı. Sanki gördükleri ilk turist bizlermişiz gibi yanımıza gelmeler, sorular sormalar.. Aksanları da bir tuhaf, İspanyolca konuştuklarını anlamamız için bir süre geçmesi gerekti. Koparabildiğimiz bazı kelimelere göre, immigrasyon bürosu o gün kapalıymış (büyük ihtimal ofis görevlisi o gün bira içip dağıttığı için) ve ertesi günün sabahı saat 8’de açılacakmış. Başka büro da yok, damgayı vurdurmak zorundayız ya, hiç hesapta yokken bir gün daha konaklamak zorundaydık. İşin kötü tarafı Puerto Obaldia da pek güvenli bir yer değil. Kasabada bu kadar asker olmasının sebebini de bir yerde okumuştum: Kasaba ormanlarla ve dağlarla çevrili olduğu için devlet [singlepic id=2657 w=200 h=150 float=right]buraya yol inşa etmemiş, tüm ulaşım teknelerle sağlanıyor. Ormanlar ise gerillalar yuvası, rastgele zamanlarda kasabaya inip insanları kaçırıyor ya da etrafa ateş açıyorlarmış. Bu yüzden gece gündüz devriye gezen askerlerin görevi sürekli bir tedirginlik içinde yaşamaya alışmış kasaba halkını korumak. Sanırım burada sudan çok bira olmasının da sebebi bu, halkı o tür kötü düşüncelerden ve korkulardan uzak tutmak. Yani geceyi geçirmek için en mükemmel yerdeydik, üstelik giriş damgamız yoktu ve ben daha Panama’ya vize gerekip gerekmediğinden bile emin değildim. Çaresiz, kasabanın tek pansiyonuna yerleştik. Saat 6’ya kadar elektrik yoktu, etraf da sivrisinek kaynıyordu. Duş almak ise imkansız, yıkanalım diye koca bir bidon içine su doldurmuşlar, suyun rengi oldukça bulanık ve başka su da akmıyor. Tabi yıkanmadık, bir an önce uyumaktı istediğimiz. Hesaba katmadığımız bir diğer faktör de kasabanın sarhoşları oldu, hiç dinmeyen müzikler bir yana, sarhoş gençler gecenin bir yarısı kapımızı çalıp çalıp duruyorlardı. İlki “Alejandro orada mı?” gibi bir soruyla geldi, ben yok derken o Alexandra’yla beni süzüyordu. İkincisi de “Yarın bot var biliyorsunuz dimi?” dedi, ben biliyorum derken o yine Alexandra’yla beni süzüyordu. Sonradan anladık ki, kasabada oldukça ünlü olmuşuz. Biz uyumaya çalışırken millet partide “İki gringo var şu pansiyonda, oda şu. Gidin bakın.” deyip birbirini gaza getirmekle meşgulmüş. Onlara da alıştıktan sonra sabah yine erken saatlerde yola devam etme umuduyla uyandık. Uçağımın kalkmasına iki gün kalmıştı..

[singlepic id=2651 w=200 h=150 float=left]İlk işimiz immigrasyon bürosuna gidip damgaları almak oldu. Neyse ki görevli Türk pasaportuna vize isteniyor mu diye kontrol etmedi. Elinde bilgisayar da yoktu ve elindeki deftere isimlerimizi not ettikten sonra damgayı bastı. Hemen iskeleye gidip Carti’ye gidecek birini bulmaya çalıştık. Laz aksanlı Panamalı kaptan oraya gideceğini ve ücretin adambaşı 100$ olduğunu söyledi. Tabi bizim 200$’ımız yoktu, elimizdeki tüm para 40$ değerinde Kolombiya pesosuydu. ATM’den çekeriz diyorduk ya, en yakın ATM Panama City’deymiş. Çevrede onlarca ada var, bazılarında lüks oteller, kiminde ise havaalanı bile var. Hani yol üstündeki bir arada durur ve parayı çekip veririz diye düşünüyorduk. Adalarda ATM de yokmuş, POS makinesi de. Teknolojinin burada sözü geçmiyordu belli ki, adama da  hadi Panama City’e gidelim, parayı aldıktan sonra otobüsle geri dönersin diyecek halimiz de yoktu. Kolombiya’ya dönersek Turbo’dan çekebilirmişiz de Turbo’ya dönecek kadar bile paramız kalmadı ki. Kara bulutların üstümüzde toplanıyordu, ne yaparız burada mı kaldık diye boş boş beklerken son darbe de bizim Panamalı tekne sahibinden geldi: “Paranız varsa atlayın, yoksa ben [singlepic id=2652 w=200 h=150 float=right]gidiyorum diğer müşterilerle birlikte. Bir sonraki tekne de yarın sabah kalkacak.” Aklımıza en ufak bir şey gelmiyor, onlar da tam yola çıkmaya hazırlanıyordu ki işte o sırada diğer yolculardan biri bizim paramızı ödeyeceğini söyledi! Acımış bize herhalde. 200 dolarımızı verecekmiş, o da Panama City’e gittiği için şehre varınca ATM’den çekip geri verirmişiz. Böylesi de zor bulunur, teşekkür ettik adama ve sandala atladık. Kaç saat dedik, 4 dediler, 8 saat sonra Carti’deydik. Hayır, otobüs seferlerinde gecikme olabilir tamam ama denizin üzerinde dümdüz gidilen bir yolda nasıl 4 saat gecikilebilir ki 🙂 Yolculuğun kendisi de çok rahatsızdı, 35 derecelik Panama güneşi altında bir tahtanın üzerinde 8 saat oturmak zorunda kaldık. Carti’ye vardığımızda halimiz haraptı, ama en azından akşam saatinde Panama City’e varıp dinlenebilecektik. Kafamda sıcak bir duş ve rahat bir yatak hayaliyle kıyıya yaklaştık, yaklaştık ve yaklaştıkça hayallerin uzaklaştığını hissettim.. Çünkü Carti denilen yer iki kulübe ve onların bekçiliğini yapan bir adamdan ibaretti!

–  Bugün otobüs seferi yapılmayacak!

–  Neden?

–  Bilmiyoruz, hükümet yolları kapatmış. Gerillalar inmiş sanırım yola, gelen geçene ateş ediyorlarmış.

–  Ee, ne zaman açılacak?

–  Bilmiyorum, yarın sabah 7:30’da tekrar gelin. Belki açılmış olur.

–  Nerede yatacağız? Bu kulübelerde mi?

–  Şu ileride bir ada var, oraya gidin.

Çevrede otobüse benzer hiçbir şey yok. Teknedeki kimse bunu beklemiyordu, çaresiz o adalardan birine demirlemek zorunda kaldık. Ada da emin olun o Survivor’da izlediğiniz San Blas Adaları’na hiç benzemiyor. Simsiyah suyu, dinmeyen kanalizasyon kokusu ve garip insanlarıyla Carti sugdub denilen bir yerdeydik. Panama sınırından Carti’ye, hatta ötesine kadar Kuna Yala yerlilerinin yaşadığı birçok [singlepic id=2650 w=200 h=150 float=left]ada var. Yerliler kendi Kuna dillerinde konuşuyorlar ve özellikle kadınlarının değişik bir giyim tarzları var. Yaşadıkları evler de sazdan yapılma kulübelerden ibaret. Keşke acelem olmasaydı da adalarda biraz zaman geçirip onları daha yakından tanıyabilseydim diye düşünmedim değil, ama şu anki halimle fotoğraf çekecek isteğim bile kalmamıştı. Bir gün sürer denilen yolda şimdiden üçüncü akşamımızı geçiriyorduk,  gerillaların bastığı ve Panama City’e giden tek yolda ertesi gün otobüs seferi yapılacak mı bilmeden, dönüş uçağıma da iki gün kalmış bir halde iken tam bir belirsizlik içindeydik. Üstelik son üç gündür duş alamamış ve doğru düzgün uyuyamamıştık. O gece de farksızdı, adambaşı 10$ gibi uçuk bir fiyattan kiraladıkları 2 metrekarelik, içinde döküntü bir yatağı olan tek göz bir odada uyumaya çalıştık. Sabah 7 olur olmaz teknenin yanındaydık, tek isteğimiz bir an önce yola devam etmekti. Diğerleri de çok geçmeden geldi ve Carti’ye geri döndüğümüzde derin bir nefes aldık. Çünkü o gün Panama City’e geçiş vardı. Tek sıkıntı etrafın ana baba günü [singlepic id=2658 w=200 h=150 float=right]olmasıydı, bizim gibi önceki gün geri çevrilen herkes Carti’ye yığılmış. Kalabalığın arasından sıyrılıp elinde liste tutan bir görevlinin yanına yaklaştık. Bir saat sonra transferleri başlatacaklarmış, fiyat 33$! Panama’da ödeyeceğiz deyip listeye adımızı yazdırdık ve beklemeye koyulduk. Bir saat sonra ormanların içindeki yoldan onlarca son model jip mekanı doldurmaya başladı. Otobüs dedikleri jiplermiş aslında, her birinde iri yarı bir şoför ve yan koltukta eli silahlı bir güvenlik görevlisi var. Yolda çatışma olursa kendimizi koruyalım diye. Arkadaki üç koltuğa da liste sırasına göre çağırıp gönderiyorlar. Her şey o kadar hızlı oluyor ki bir an gizli servislerin adam kaçırma operasyonlarında gibi hissettim, mekan da Afrika’dan bozma. Aradan bir saat kadar daha geçti, sıra sonunda bize geldi ve Alexandra, ben ve yardımsever Panamalı abimizle çantalarımızı aracın tepesine atıp arka koltuğa doluştuk. Yol yeni açılmış ve dimdik inişleri, çıkışları ve keskin virajlarıyla zaten tehlikeliydi ama şoförümüzün gazdan ayağını çekmeye niyeti yoktu. Yanındaki görevli de sağa sola devamlı paranoyak bakışlar atıyordu. San Blas Adaları’ndan başkente ulaşan tek kara bağlantısı burasıymış ve gerillalar bunu fırsat bilip belli zamanlarda araçların önünü kesiyormuş. O yüzden amaç onların aracı durduramayacağı bir hızda sabit kalmakmış.

İki saatlik adrenalin dolu bir yolculuk sonrası başkent Panama City’e vardık. Hemen paramızı çekip borcumuzu ödedik ve terminalde inip taksiye atlayarak bizi Lonely Planet’te okuduğumuz en lüks yere götürmesini söyledik. Uçağım ertesi günün sabahındaydı ve yol öncesi iyi bir dinlenmeye ihtiyacım vardı. İsmi Hostal Casa Margarita, içinde yok yok, yolculuğumda kaldığım en iyi otel sıfatını kesinlikle [singlepic id=2659 w=200 h=150 float=left]haketti. Geceliği kişi başı 42$ olmasına rağmen bütün bu çilenin üzerine o kadar iyi geldi ki anlatamam. Otelden çıkasım yoktu, yine de şehri biraz turlayalım dedik. Panama City çok modern bir şehir, yüksek gökdelenleri ve lüks mekanlarıyla iki gündür bulunduğumuz Panama’dan çok farklı. Belli ki Panama Kanalı’ndan gelen tüm paralar buraya akıyor, çevre bölgeler biraz ilgi yoksunu kalmış. İnsanları da iyi İngilizce biliyor, marketlerin hepsi devasa ve içi dünyanın her yerinden ürünlerle dolu. Sahil boyundaki binalar ise Miami ya da Dubai ile yarışır bir görkeme sahip. Biraz turladıktan sonra otele döndük, son akşam yemeği için çevredeki harika bir İtalyan gurme resturantına gittik ve yorgunluğun haliyle artmasıyla birlikte çok geçmeden otele [singlepic id=2660 w=200 h=150 float=right]döndük. Ülkede neredeyse kalma tehlikesi atlattığımız zorlu bir yolculuk sonrası Panama City’e varabilememizin sevinci mi, 8 aylık dünya turumdaki son günüm olmasının burukluğu mu, yoksa sonunda ailemi ve sevdiklerimi görecek olmanın heyecanı mı desem.. çok karışık duygular içindeydim. Bu duygular ertesi gün sabah 8’de bindiğim taksiyle havaalanına doğru giderken de artarak devam etti. Havaalanında check-in görevlisi 40$ vergi ödemem gerektiğini söyledi, Panama’dan kalkan Condor uçuşlarında böyle bir ekstra ücret doğuyormuş, aklınızda olsun. Sonunda zamanında kalkan uçağa atladım ve Porto Riko, Frankfurt’ta yaptığım aktarmalarla toplam tam 25 saatlik, uykusuz geçen bir yolculuk sonrası Atatürk Havaalanı’na ayak bastım. Artık evdeydim..

Sekiz aylık macera dolu bir yolculuktu bu, son günler ise bunun hakkını sonuna kadar vermek istercesine zorlamıştı beni.  Şimdi sırada daha farklı yerler görmek, daha çok insan tanımak var. Gezi hayatımın en önemli parçası ve siz bu satırları okurken ben sıradaki geziler için planlarımı çoktan yaptım bile. Bu yeni gezilerimi yazmaya ve siteye eklemeye devam edeceğim, beni takip etmeye devam edin 🙂

Yol hiç bitmez, uzar gider..

You may also like...

17 Responses

  1. Ugur says:

    ilk günden beri bir şeylerin nasıl devam ettiğini, nasıl ayakta kaldığını, nasıl sevindirip üzdüğünü beraber gördük. sen gittin, biz gittik. sen döndün, biz de döndük..

    baban için cidden çok üzüldüm. allah acil şifalar versin. her şeyi hayra yormak lazım. yolun bitmesi belki daha büyük yolculukların habercisi. ki bizim gibi seyyahlar için her zaman böyle. yol belki biter ama yolculuk hissi her zaman baki..

    hoş geldin derdim belki ama, bizim gibiler evine dönünce hoş geldin denmez;

    ne zaman bir daha ki yolculuk denir. ki o da belli olmuş bile..

    yine de hoş geldin diyelim de adet yerini bulsun.

    lakin; bitmesin ne yol ne de yolculuk..

    • Bekran says:

      Güzel yorumlarına hasret kalmıştık Uğur, çok doğru demişsin. Hoşbulduk öyleyse 🙂 Bizler için seyahat hobi değil, bir yaşam tarzı ve eminim ki 100 ülke de görsek 101.si için yanıp tutuşacağız. Tadını aldık bir kere ya, yolumuz çizilmiş. Sıradan, durağan bir hayat yaşayamayız artık biz. Öyle bir hayatı isteyen de kim ki zaten? 🙂

  2. Onur says:

    Bekran, okurken bile nefesim kesildi…Umarim babanin saglik durumu iyidir ve ciddi bir sorunu yoktur. Gecmis olsun kardesim…

  3. ozgur says:

    öncelikle geçmiş olsun. keşke panama city’nin eski şehrini de gezebilseydin. merkezede çok yakın. biraz havanayı andırıyor ama havana kadar bakımsız değil.

    • Bekran says:

      Teşekkürler. Panama City’i gezecek halim pek kalmamıştı, yoksa tabi ki görmek isterdim. Artık bir dahaki sefere 🙂

  4. Prometheus says:

    Geçmiş olsun, umarım babanın sağlık durumu iyidir. Bu arada gerçekten büyük bir macera olmuş bu dönüş yolculuğu, sağ salim dönebilmenize çok sevindim 🙂

    • Bekran says:

      Evet, ben de sağ salim döndüğüm için sevinçliyim 🙂 Sağolun, babamın durumu şu an daha iyi. Selamlar..

  5. Ayhan Çaylı says:

    Değerli Kardeşim Bekran Bey,

    Yolculuğunuzun son bölümü adrenalin ve macera doluymuş ! Yanlış hatırlamıyorsam,gezinizin Myanmar bölümü de heyecan ve stres doluydu (Orada da sırasıyla 2 uçağa birden yetişmek zorundaydınız)

    Neyse,sonuçta sağsalim ülkeye döndünüz ya ,geride kalan kötü anılar için geçmiş olsun dileklerimizi iletelim ve tekrar ülkemize hoşgeldiniz diyelim…

    Not : Babanıza geçmiş olsun dileklerimi iletmenizi rica ederim.

    Selamlar.

    Ayhan Çaylı

    • Bekran says:

      Merhabalar Ayhan Bey, çok teşekkür ederim. Evet, Myanmar’dan çıkış ve Panama’ya geçiş yolculuğumun zorlu kısımlarını oluşturdular. Yine de her zorluğun insanı daha oluşturduğuna inandığım için bu anlara değer veriyorum. Hem bunlar da olmasa, anlatacak hikayem olmazdı ki 🙂

      Sevgiler

  6. MariaLopez says:

    Onceoikle babana cok gecmis olsun ve sonra da seninle birikte bana da ayni duygulari yasatan cok sey ogreten bir yol arkadasinmis gibi hissettiren butun bu yazilarin icin tesekkurler. Gorusuruz Bekran 🙂

  7. Bekran says:

    Çok teşekkür ederim. Ancak yazılarım bitmedi, bundan sonra yeni gezilerimle siteyi güncel tutacağım. Sıradaki gezim de çok yakında. Bir yere ayrılmayın 🙂

    Sevgiler

  8. MariaLopez says:

    Arada yol arkadasi istersen katılabilirim ben vallahi 🙂

  9. funda says:

    çok güzel bir yazı olmuş elinize sağlık. bende amerikadayken dönmek istememe ve dönmek zorunda olma arasında kalmıştım. http://hayatimyolculuk.blogspot.com.tr

  10. mustafa kumburgaz says:

    merhaba ben sıtenızı yenı kesfettım.her yazdığınızı roman edasında okuyorum.merak ettığim tekrar hındıstan a gıtmeyı dusunurmusunuz. teşekkürler

    • Bekran says:

      Beğendiğinize sevindim. Hindistan’a yakın zamanda gitmeyi düşünmüyorum açıkçası. Neden sordunuz? 🙂

Leave a Reply to ozgur Cancel reply

Your email address will not be published.

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.