Hindistan’a Veda

[singlepic id=499 w=200 h=150 float=left]Gün boyunca Mumbai’de dolaşırken aklımda hep aynı şey var: Bugün benim Hindistan’daki son günüm ve burayı şimdiden özlemeye başladım! Yani, öyle bir ülke ki çoğu yerde sabrınız tükeniyor, bir gün daha bile kalamam diyorsunuz, ilk fırsatta başka bir ülkeye gitmek istiyorsunuz ama ayrılma günü geldiğinde burada geçirdiğiniz zamanın aslında ne kadar güzel, ne kadar özel olduğunu hatırlıyorsunuz ve keşke biraz daha kalsaydım diyorsunuz. Tabi son günlerimi Goa’da dinlenerek geçirmemin de bunda etkisi büyüktür sanırım 🙂 Başka yerde göremeyeceğim insanlar gördüm, tanıdım ve oturup muhabbet ettim; neredeyse her hafta kutlanan festivallerinde eğlendim halkıyla beraber ve muhteşem yemeklerini tattım her ne kadar etten yoksun olsa da. Her yeni gün yeni macera, her gidilen şehir bir öncekinden apayrı bir deneyim oldu. Sonuçta tam 4 haftadır buradaydım, 15 şehir gördüm geçen zaman içinde. Bir şehirde 2 günden bile az zaman ayırmışım, tempom oldukça hızlıydı ama yine de gezemediğim o kadar çok yer kaldı ki. Kerala’ya gidip uçsuz bucaksız ormanlarında safari yapmak, Dharmsala’de Tibet lideri Dalai Lama ile tanışmak, Hampi’deki tapınakları, Aurangabad’daki dillere destan mağaraları ziyaret etmek, bunların hepsi artık bir sonraki Hindistan gezime kaldı. Ama eminim, bir 15 şehir daha görsem gezememiş olduğum tonla güzel yer daha çıkar.

Ülkedeki nihai durağım olan Mumbai’ye (eski adıyla Bombay) varmak için son kez Hint trenlerine binmiş oldum. Bu trenleri bile özleyeceğim, [singlepic id=503 w=200 h=150 float=right]her ne kadar düşündükçe aklıma sadece geçmeyen bel ağrısı, soğuktan tir tir titreyişlerim ve hayatımda gördüğüm en pis koltuklar gelse de 🙂 Sabah varır varmaz çantamı bırakıyorum bagaj ofisine (günlük 10Rupi). Bangkok uçağım ertesi gün sabah 6:30’da ve otele yerleşip gece 3 gibi tekrar yola çıkmaya gerek yok bence, hem zaman hem para kaybı. Şehirde oyalanıp gece yarısına doğru havaalanına geçer, orada beklerim. İlk olarak meşhur Elephanta Adası’nı göreceğim, ada botla 1 saat mesafede ve tepelerin içine oyulmuş tarihi Hindu mağaralarını barındırıyor. Bot gezisi keyifli geçiyor, adaya vardığımızda mağaralara varmamız için tepeye kadar çıkmamız gerektiğini söylüyorlar. İçeri giriş 250Rupi. Beğendin mi derseniz çok olumlu yanıt veremem, sadece bir mağaradaki devasa Hindu oymaları dışında bir özelliği yok. Ama Hindistan’da hem ilk defa bot gezisi yapmış, hem de [singlepic id=490 w=200 h=150 float=left]mağara görmüş oldum. Tecrübe hanesine iki puan daha 🙂 Dönüş yolunda Hintli bir amca kilitliyor beni, hayatımla ilgili her detayı merak edip beni soru yağmuruna tutuyor. Soruları tükendiğinde ise arkadaşından ikimizin fotoğrafını çekmesini istiyor. Dakikalarca fotoğraf çekiliyoruz, şimdi etraftaki diğer Hintliler de fotoğraf için izin istemeye başladı. İşte o sırada beni bu durumdan kurtarmak için Kristina çıkıyor ortaya. Kristina San Marino kökenli, doğma büyüme Amerikalı bir yoga öğretmeni ve profesyonel fotoğrafçıymış. Herhalde çaresizliğimi farketmiş ki yarım yamalak bildiği Hintçesiyle hemen devreye giriyor ve Hintliler bir anda beni rahat bırakıyorlar!

Kristina Hindistan’da 3 ay kalacakmış ve Mumbai’ye daha yeni gelmiş. O da çok iyi bilmiyor buraları. Beraber gezmeye başlıyoruz. Kafede bir şeyler içip planımızı yaptıktan sonra önce bir Bollywood filmine gitmeyi teklif ediyorum. Jaipur’da bir filme giden Almanlar öve öve bitirememişlerdi, tabi filmden bir şey anlamamışlar ama seyircilerin film başladıktan sonra nasıl çılgınlaştıklarını, her aksiyon sahnesinde alkışlayıp, kötü adam çıktıktığında yuhladıklarını, güzel aktrise hayran hayran bakıp ıslıklar [singlepic id=505 w=200 h=150 float=left]çaldıklarını anlattıklarından bu yana ben de bir Bollywood filmine gitmek için buraya gelmeyi bekliyordum. Bollywood’un merkezindeyiz sonuçta, dünyada en çok film üreten ülke olan Hindistan’daki tüm filmlerin dörtte biri Mumbai’de çekiliyor. İsmi bile Bombay ve Hollywood’un birleşimi. Hindistan’ın en önemli aktörü Shahrukh Khan’ın son filmi Ra One’a gitmek istiyorum. En popüler üç Hint aktörünün de soyadı Khan; Aamir Khan, Shahrukh Khan ve Salman Khan. En ünlü aktris ve Hintlilerin tescilli güzeli, gurur kaynağı ise Aishwarya Rai. Bu isimleri bilmek Hindistan’a gelen her gezginin boynunun borcu, bilemezseniz Hintliler çok bozuluyorlar. Biz de yakınlarda bir sinema buluyoruz ama şansımıza Ra One yok, üç hafta oynadıktan sonra gösterimden kalkmış tabi. Diğer filmlere bakıyoruz, bildiğim aktörlerin oynamadığı uydurukluğu afişlerinden belli komediler. Girmekten vazgeçiyoruz ama sadece ortamı görmek için görevliden salonu göstermesini rica ediyoruz. Kabul ediyor da Hint sineması görmüş olduk en azından. Gerçi bomboştu salon, halk ise sus pus izliyordu filmi. O çılgın halk daha çok dediğim oyuncuların olduğu filmlerin ilk gösterim haftasında kendini gösteriyormuş. Biz de sıradaki hedefimiz olan sinagoga doğru ilerliyoruz. Ama tek elimize geçen, kocaman haritaya rağmen Mumbai’nin ara sokaklarında kaybolmak oluyor. Bu arada Mumbai tüm Hindistan’ın en çok İngiliz etkisi altında kalan şehri [singlepic id=484 w=200 h=150 float=right]. Şehir merkezindeki binalar Victoria dönemi mimarisine sahip, katedraller görkemlilik konusunda Avrupa’dakilere taş çıkartırlar. Taksiler tek tip, öyle tuktuk rikşa falan bulamıyorsunuz. İki katlı otobüsler bile var! Tam küçük Londra, sokaklar temiz, halkının da hemen hemen hepsi İngilizce’yi rahat konuşuyor. Tabi böyle bir şehrin pahalı olacağı belli, taksi fiyatlarından da anlaması uzun sürmüyor bunu. Sinagogu bulamayınca Kristina’nın aklına şahane bir fikir geliyor: Şehrin en büyük gecekondu mahallesi olan Dharavi’yi gezmek! İzleyenler Slumdog Millionaire filmindeki gecekondu sahnelerini hatırlar, işte orası burası 🙂 Doğal olarak toplu taşıma kullanarak ya da yürüyerek gitmeyi düşünmüyoruz, Hindistan gibi bir ülkenin en fakir ve en tehlikeli mahallesinden bahsediyoruz sonuçta. Taksiyle bölgenin içinden geçip şanslıysak güzel fotoğraflar [singlepic id=497 w=200 h=150 float=left]çıkarıp dönmek var kafamızda. Kristina üç gündür yapmak istemiş de kız başına cesaret edememiş, ben de o kadar anlattıktan sonra merak ediyorum tabi nasıl bir yer diye. İşin boyutu taksicilerle konuştukça vahim bir hal alıyor; kimisi oraya gitmek için 2 katı fiyat talep ediyor, arabasının başına gelecek hasarları karşılama garantisi olsun diye, kimi yakınına bir yere bırakmayı teklif ediyor ama en ilginci sorduğumuz taksicilerin yarısından fazlası Dharavi’yi duydukları an fiyat bile konuşmadan olmaz deyip basıyorlar! Hani korku filmlerinde yaşlı amca uzaktaki kasabaya gitmek isteyen gençleri tok sesiyle uyarır ya: “Oraya gidip de geri dönebilen olmadı” diye, işte bizim için de Dharavi şu anda böyle bir yer. Buraya kesinlikle gitmeliyiz! Yılmıyoruz, en azından 10 taksiciyle konuştuktan sonra biri götürüp getirmeyi kabul ediyor ancak mahallenin içine girmeyip ana yollardan gitmek şartıyla. Fiyat olarak da 500Rupi talep ediyor, iki kişi olduğumuz için[singlepic id=498 w=200 h=150 float=right] fena fiyat değil. Bu kesinlikle turistik bir gezi değil, Lonely Planet kitabında ise kısaca bahsedilmiş. Şöyle yazıyor: “Şehirden 20km uzaklıkta, bataklıkların ve kanalizasyon borularının dibine kurulan teneke evlerde içiçe yaşayan 1 milyon insana ev sahipliği yapan 1 kilometrekarelik alanda kendi haline bırakılmış, Asya’nın en büyük gecekondu bölgesi.” Yola çıktığımızda şoförün tedirginliği her halinden belli, ikide bir tuvalet molası veriyor adamcağız 🙂 Şehirden uzaklaştıkça gecekondular gözükmeye başladı. Ben daha önce böyle bir şey görmedim. İçiçe üstüste teneke evler, çoğunda tek beton duvar bile yok, o tenekelerin içini eşyalarla doldurup yaşamaya çalışıyor halk. Pencere mi gerekli kes bir kare al sana pencere, ev küçük mü geldi, 4’er [singlepic id=495 w=200 h=150 float=left]metre daha teneke bulup yan tarafa ekle. Mahallenin şekli ve sokakları bu yüzden sürekli değişiyor 🙂 Benim fotoğraflarım hakkını pek veremedi, o yüzden neye benzediğini görmeniz için internette bulduğum birkaç tane resim ekliyorum. Aynı zamanda bölgede doğal olarak evlerin içinde olamayacağı için tuvaletler dışarıda. 1440 kişiye bir genel tuvalet düşüyormuş, tabi halkın çoğu ortalık yere yapmayı tercih ediyor tuvaletini. Bu yüzden trafa yoğun bir koku hakim.. Uzun ve zor bir gezi oldu ama taksiden inmemiz gerekmediği için en azından içimiz rahat 🙂

Yeterince fotoğraf çektikten sonra Kristina’nın tavsiyesi üzerine Chowpatty Plajı’na iniyoruz. Mumbai uzun ve geniş plajı, deniz kıyısındaki lüks binaları ve yıl boyunca 30 derecenin altına düşmeyen iklimi ile neredeyse California’yı andırıyor, tabi insanları ve denizi girilemeyecek kadar pis hale getiren çöpleri saymazsak 🙂 Gündüz plajı dolduran halk evine dönüp yemeğini yedikten sonra havanın kararmasıyla birlikte tekrar sahile iniyormuş. Plaj tıklım tıklım, çocuklar oyunlar oynayıp Hint müzikleri eşliğinde dans ediyorlar, hemen yakındaki fastfood[singlepic id=502 w=200 h=150 float=right] bölgesi ise insandan geçilmiyor. Yere serili halılara kurulup yemeğini yiyor halk. Birer limon soslu mısır kaptıktan sonra (çok lezzetliydi) Kristina eve dönmesi gerektiğini söylüyor. Yolculuğun devamında tekrar buluşmak için sözleştikten sonra onu yolcu ediyorum ve bir şeyler atıştırmak için halıdaki yerimi alıyorum. Buranın meşhur yemeği bhel puri imiş, artık son günüm ya Hint yemeğinden başka bir şey denemem. Adam acı olsun mu diye sordu, e şu ana kadar Hint yemekleri hiç acı gelmemişti, koy biraz diyorum ve yemeye başlıyorum. Off, nasıl acı, nasıl baharatlı bir yemek bu böyle! Gözlerimden yaşlar gele gele atıyorum lokmaları ve yarısına geldiğimde daha fazla devam edemeyeceğimi söyleyip geri veriyorum. Beş dakikada midemi altüst etmeyi başardı bhel puri, harika. Neyse ki halden anlayan satıcı bana hemen kuru yumuşak pirinçten, tel şehriyeden değişik bir karışım [singlepic id=500 w=200 h=150 float=left] veriyor da onu yedikçe daha iyi oluyorum. Yani neymiş, Hint yemeklerini hafife almak ve saygı göstermemek ölümcül günahlarmış, adamı çarparmış. Kendimi toparladıktan sonra UNESCO dünya mirası listesindeki tren istasyonuna varıyorum ve bagaj ofisinden çantamı geri alıyorum. Son bir Hindistan fotoğrafı çektikten sonra artık havaalanına giden taksilerin oraya gidebilirim. Burada da taksiciler Goa’daki gibi indirmiyorlar fiyatları ama son bir kez pazarlık yapmanın tadını yaşamak adına ısrarla 400’lük ücreti 350Rupi’ye çekmek için uğraşıyorum, zamanım da var ya rahatım. Muhabbeti uzatıyoruz, gülüyoruz eğleniyoruz, son saatlerim halkla içiçe geçiyor. Hatta sonunda amacıma ulaşıp 350’ye ikna bile ediyorum birini 🙂 Havalanında bekleme salonuna[singlepic id=504 w=200 h=150 float=right] geçip, 8 saat oyalanmak zorundaydım. Neyse ki bedava wifi vardı, zamanın nasıl geçtiğini anlamamışım. Kalan son Rupi’lerimi de harcadıktan sonra uçağın kapısına ilerliyorum ve tahmin ettiğim gibi bir avuç insanla beraber Bangkok’a doğru yola çıkıyoruz. Son sel felaketinden sonra çoğu yolcu uçuşlarını iptal etmiş, fiyatlar şu anda belki son 10 yılın en düşük seviyesinde. Örneğin ucuz diye bir ay önceden 166$’a aldığım bilet şu anda 90$. En azından 30$ ceza karşılığında ucuz tarifeye geçme şansım vardı da, toplam 120$ vermiş oldum. Bangkok’a gitmek için şu anda en iyi zaman aklınızda olsun 🙂

Sonunda çok hareketli, inanılmaz yorucu ama olgunlaştıran bir maceraydı Hindistan. Geçirdiğim birbirinden değerli 28 gün sonunda böylece dünya turumda bir bölüm tamamlanırken, bilinmezliklerle ve farklı tecrübelere gebe yeni bir bölüm başlıyor.

You may also like...

Leave a Reply

Your email address will not be published.

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.