Mirasım, Gururum, Katmandum*

Katmandu’ya vardığım gün yaşadıklarımı yazmıştım kısaca. Şu anda günlerden Pazar, gezginlerin Nepal’deki ikinci durağı olan Pokhara’ya doğru yola çıkmadan bir gün önceki akşam. Katmandu’daki günlerimi nasıl geçirdiğime gelince:

*: Şehrin mottosu olarak geçiyor

2.Gün (Katmandu)

[singlepic id=70 w=200 h=150 float=left]Katmandu’da 2. günün sabahı erken kalktım ve otelin tur operatörü (her otelde bir adet mevcut) ile pazarlık yaparak 2 gece 3 günlük trekking turu ve Bhote Koshi Nehri’nde Bungy Jumping aktivitesi satın aldım. Ayrıca son güne kalırsa yer bulma şansının azaldığını duyunca Pokhara’ya giden 7 saatlik otobüse de biletimi aldım. 10 Ekim’de Pokhara yolcusuyum. Bu işleri halletmenin verdiği rahatlıkla hemen otelin yanındaki Alman fırınında kahvaltı ettim (festival dolayısıyla otel kahvaltı hizmeti veremiyormuş) ve şehrin dışındaki stupaları gezmeye yöneldim. İlk durağım Boudhanath Stupa’sı, Nepal’in en büyük Stupa’sı olarak geçiyor (Kubbe şeklinde budist tapınaklarına stupa deniyor). Taksiciyle 1500Rupi’den açılan pazarlık sonucu 350Rupi’ye (10TL) anlaştıktan sonra (burada her şeyde pazarlık yapılması gerekli yoksa fiyatlarda ne kadar uçabileceklerinin sınırı yok) yarım saatlik bir şehir turu ile vardık stupa’ya. Şoför bana istersem bugün tüm gezmek istediğim tapınaklara götürüp her durakta beni bekleyebileceğini söyledi, sadece 5000Rupi yeterliymiş. Yüksek sesle “Oha” diye bağırmamdan korkup anında fiyatı 2500Rupi’ye düşürdü, sonunda ağlamaklı bir yüz ifadesi takınarak 1600Rupi’yi kabul etti. Taksiciler duygu sömürüsü yapmayı iyi biliyorlar, adamı öyle görünce teselli edesim geldi ama aslında yine kazıklanan bendim. Aynı turun Nepallilere fiyatı eminim 500Rupi’den fazla değildir. Neyse, 1 saate geri döneceğimi söyleyip stupanın avlusuna girdim. Girer girmez Budha’nın dik dik bakan gözleriyle karşılaşınca fazlasıyla etkilenmiş olmalıyım, 10 dakika kadar hiçbir şey yapmadan öylece bakakaldım. Sonrası ise etrafı gezip, her köşeyi fotoğraflamakla geçti. Stupa kubbesi üzerinde dört köşeli duvar var, her kenarına Budha’nın[singlepic id=85 w=200 h=150 float=right] gözleri işlenmiş, böylece dört bir yandaki takipçilerine sizi izliyorum mesajı veriyor. Avluda sürekli “Om Mani Padme Hum” ilahisi yankılanıyor, “Mücevher lotus çiçeğinin içinde” gibi bir anlamı var, Budistlerin en önemli mantrası. Her yerde ise rahipler var, kimi 3 saat boyunca elindeki yanan tütsüyle kımıldamadan duruyor, kimi dua çarklarını çevirmekle meşgul, kimi de gelen turistlere yardımcı oluyor. Çok huzur verici bir atmosfer var, sevdim. Stupa’nın etrafındaki küçük tapınaklardan birine girip dua çarklarını çevirmeye başladım. Dua çarklarının üzerinde yine “Om Mani Padme Hum” yazıyor, bunları çevirirken ve tapınakla ilerlerken saat yönünde hareket etmelisiniz, aklınızda olsun. Böylece 1 saatlik sakin ve rahatlatıcı bir ziyaretten sonra ikinci durağıma, Pashupati Tapınaklar bölgesine gitmek üzere benim taksiyi aramaya koyuldum. Ama benimki ortalıkta yok. 5 dakika bekledikten sonra dayanamadım oradan ayrıldım, kesin daha iyi bir müşteri bulup kaçmıştır (iyi ki tüm parayı vermemişim). Sağa sola sorduktan sonra aslında ikinci tapınağa yürüyerek gidilebileceğini öğrendim ve başladım yürümeye. Küçük küçük Nepal köylerinin arasından geçerek, sora sora 30 dakika içinde vardım bölgeye. Bu arada yolda karşılaştığım çocuklar çok tatlıydı. Hepsi hayatından çok memnun gözüküyorlar, [singlepic id=71 w=200 h=150 float=left]bambu ağaçlarını kesip güzelce birleştirerek devasa bi salıncak yapmışlar kendilerine, en büyük eğlenceleri bu. Bana gel yap dediler ama ağaç kırılır mırılır şimdi, yemedi 🙂 Tapınak ise benim için hayal kırıklığı oldu. Festival olduğu için binlerce kişi tapınağa akın ediyordu ve içeride ölü yakma törenleri yapılacakmış, ben de süper diyip içeri girmek istedim ve görevlinin teki çıkıp karşıma dikildi. İçeri giriş 500Rupi’ymiş, adamla konuştum anlaşacak gibi değil, girmedim. Etrafta öyle dolaşırken bir baktım, 9 kollu tanrıça kocaman altın fil heykeliyle hemen yanda başka bir tapınak var. Oraya girmek istedim ama geri çevrildim, orası Hindu tapınağıymış ve bu tapınaklara Hindu olmayanlar giremiyormuş. Adama Hindu olduğumu iddia etsem mi diye düşündüm ama saçma olacağına karar verip vazgeçtim. Ben de sonunda bi yolunu bulup oranın hemen yanındaki tepelik alana çıktım ve seromoniyi, içerideki insanları sınırlı bi şekilde izledim. Pashupati’nin bir diğer özelliği de orada yaşayan çok ünlü bir Sadhu, penisiyle çok ağır taşları kaldırabilmesiyle ünlüymüş. Gelmeden önce bunu duymuştum ve etrafa özellikle bakındım ama ne taş gördüm ne de Sadhu. Sıradaki durak “Güzel sanatlar şehri” diye bilinen Patan’dı. Taksilerden biriyle 450Rupi’ye anlaştım ve 30 dakika sonra oradaydım. Oraya gitmeden önce herkes Patan ve Bhaktapur’un Katmandu’dan çok daha güzel, daha samimi olduğunu söylüyordu, gider gitmez hak verdim kendilerine. Şehir merkezi çeşitli tapınaklar kompleksi, Hindu ve Budist tapınakları içiçe. Bu arada belirteyim içeri giriş 200Rupi. Boudhanath kadar yoğun atmosfer yaşatmasa da sevdim ve birçok resim çektim. Karnımın açlığını yerel bi restaurantta yediğim inanılmaz lezzetli bir tavuk-mantarlı çorba ile giderdim. Ardından çok küçük bi dükkanda adını anlamadığım dışı sıvı içi katı olan çok ama çok lezzetli bi muhallebi tatlısı yedim, fiyatı sadece 30Rupi’ydi (75 kuruş). Patan’ı da bitirdikten sonra geriye Katmandu’ya dönmek kalıyordu, ben de Durbar Meydanı’na, şehir merkezine ikinci kez gitmeye karar verdim, iyiki de gitmişim. Her taraf insan kaynıyordu çünkü festivalde bugün tapınaklarda ayin günüymüş. Etrafta her türlü insan vardı, Nepallilerden Hintlilere, Sadhu hacılarından şerpalara kadar tam bi cümbüş. Herkesin alnında kırmızı pirinç taneleri var yapışık vaziyette, ismi tika ve festival boyunca böyle geziyorlar. İlk başta garip gelse de alışmam uzun sürmedi. Niye benim alnım boş diye şaşırıyorum aynaya bakınca, o derece. İnsanları izledikten sonra kendimi yaşayan tanrıça Kumari’nin evine attım, yabancıları içeri almıyorlarmış tabi. Kumari nasıl belirleniyor derseniz: Bebekken mucize gösteren kız çocukları bi araya getirilip karanlık bi odaya kapatılıyorlar. Bu odada bir yıl boyunca her türlü psikolojik baskıya ve işkenceye maruz kalıyorlar, sonunda etkilenmeden kalabilen yaşayan tanrıça ilan ediliyor ve şehir merkezindeki evine götürülüyor. Her Eylül ayında ise halka teşhir ediliyor maymun gibi. Şu andaki Kumari 4 yaşında, ilk adetini gördüğünde yerini başka bir kız çocuğuna bırakacak. Çünkü adet gerçekleştiğinde tanrıça ruhun bedenden ayrıldığına inanıyorlar. Ayrıca adet görene kadar büyük kan kaybına neden olacak bir hastalık geçirirse de yaşamına halktan biri olarak devam etmek zorunda. İşte evine giremedikten sonra ben de etrafta dolaştım ve fotoğraflar çektim.  Freak Street’i merak ediyordum, 70’lerde Bob Marley, tayfasıyla buralardan geçerken Nepalliler onlara “Freak bunlar freak” derlermiş, adı da o zamandan kalmış Freak Street diye. Yine o zamanlarda bilenler vardır (selamlar olsun 🙂 ), Sultanahmet’ten Katmandu’ya otobüs kaldırırlardı, e uçuşlar pahalı olduğu için Avrupa’dan Amerika’dan[singlepic id=78 w=200 h=150 float=right] gelen gariban hippiler İstanbul’da buluşup 3 hafta sürecek böyle bir maceraya girişirlermiş. Şimdi burada iki üç otel ve restauranttan başka bişeyler yok, freak kalmamış hiç. Yolda gördüğüm iki üç tane Sadhu hacısından güzel pozlar almayı başardım ama. Sadhular ise tüm dünya işlerini bir kenara bırakan, sadece hayatta kalacak kadar yiyen ve dışarıdan yemek bağışlarıyla hayatını sürdüren, saçlarını hiç kesmeyen, sürekli meditasyon yapan ve esrar içen garip giyinimli ilginç insanlar. Gerçek sadhular vücutlarını külle kaplıyıp neredeyse çıplak gezerler ve halkla çok haşir neşir olmazlar. The Fall filmini izleyenler onları hatırlayacaktır. Katmandu merkezdekiler ise bana biraz sahte, para koparmak için rol kesen tipler gibi geldi ama çok da umursamadım. Meydanda yeterince zaman geçirdikten sonra birşeyler atıştırdım (çok lezzetli olmayan bi Nepal set menüsüydü), trekking için kendime ucuz küçük bi sırt çantası aldım (dükkanlar bilinen gezi markalarının sahteleriyle kaynıyor, özellikle The North Face) ve otele dönüp yattım.

 

3.Gün (Katmandu&Trekking)

[singlepic id=83 w=200 h=150 float=left]Ertesi sabah yorucu olacaktı. Trekking öncesi dün göremediğim ve ülkenin en eski stupası ve Budistlerin hac merkezi olarak bilinen Swayambhunath Stupa’yı görmek için sabah 5:30’da kalktım. Herkes orayı gündoğumunda, daha turistler tarafından işgal edilmemişken görmemi tavsiye etti, ben de denileni yaptım. Kısa bir yürüyüşten sonra saat 6’da oradaydım. Tepede bulunan tapınağın özelliği girişinden yukarı kadar 365 merdivenin olması, Budist hacılar yaşadıkları yerlerden bu tapınağa kadar günlerce yürüyerek ve bu merdivenleri çıkarak arındıklarına inanıyor. Ayrıca her yerde maymun var, o yüzden buranın bir diğer adı da “Maymun Tapınağı”. İlk başta onlarca maymunun arasına girmekten biraz çekinsem de zamanla alıştım ve diplerine kadar girip güzel fotoğraflar yakaladım. Ama dikkatli olunmasında fayda varmış, çünkü buradaki maymunların bilinen özelliği hırsızlık konusunda çok yetenekli olmalarıymış. Tepeye vardığımda inanılmaz bir Katmandu manzarası beni bekliyordu. Gündoğumu, dua eden rahipler, yüksek sesli Budist mantıraları, maymunlar derken bizimkinden bambaşka bir dünyada olduğumun farkına vardım. Ayrıca bugün festivalin en önemli günü olduğu için stupa sabah 6’da Nepallilerle dolup taşmıştı ve tek turist bendim, tadını çıkartmaya baktım 🙂 Otele döndüğümde trekking gezimde rehberlik edecek olan Uttam beni bekliyordu. Büyük sırt çantamı otele bıraktım ve iki gün sonra görüşmek üzere oradan ayrıldım. Turun fiyatı 170$, karşılığında iki gece muhteşem dağ manzaralı otellerde konaklama, her gün üç öğün yemek, park girişleri ve gidiş-dönüş araba transferi dahil. Yolda edilen şen şakrak ülke ve futbol muhabbetinden sonra (adamlar Galatasaray diyor başka bi şey demiyor, üstelik milli takımımızı çok seviyorlar dünya kupasında 3. olduğumuz için 🙂 ) milli parkın giriş kapısına, trekking rotamızın başlangıcına[singlepic id=92 w=200 h=150 float=right] vardık. Şoförle vedalaştık, çantalarımızı sırtladık ve başladık tepeyi çıkmaya. İlk günkü hedefimiz 4 saat yürüyüşle 1000m’den 2100m’ye çıkarak, toplam 10km’lık patika yolları takip etmekti. İlk 2 saat çok rahat geçti, hızlı ilerleyip öndeki grupları tek tek geçiyorduk, rehberim bana bölgedeki dağlar tepelerle ilgili bildiği her şeyi anlatıyordu. Babası ve amcası Nepal’in bilinen tur liderlerindenmiş. Düzenli olarak Everest ve Annapurna bölgesine turlar düzenlerlermiş. Güzel muhabbet ve muhteşem manzaralar derken ne olduysa 2. saatten sonra oldu. Bacaklarıma bi yorgunluk çöktü ama öyle böyle değil. E zaten hayatımda ilk defa trekking yapıyorum, sürekli yokuş çıkıyoruz, hala tepeye çıkamadık, tam burası zirve derken hop önümüzde en az bir kilometre uzanan başka bir yokuş. Yolda küçük molalar verdik ama yok, yorgunluk bi türlü geçmiyor. Nabzım sürekli 150-160 atıyor, arada bir bacaklarıma kramplar girmeye de başladı, üstelik suyumuz bitti ve planın gerisinde kalmayı başladık. Ben de her yokuşu Rocky gayretiyle tırmanmaya çalışıyorum ama nafile. Sonunda molaları uzatmaya karar verdik. İki üç yerde 15’er dakika boyunca kendimi yere attım ve iyice dinlendim. İşe yaradı, son 30 dakikaya kadar öyle böyle idare ettim ve gerisi zaten inişlerle geçti. Bu arada belirteyim, rehberim benim nefes nefese kaldığım yerlerde ceylan gibi sıçrıyor, bir kere bile oturmadı. Adam alışık tabi diyeceğim ama yine yolda karşılaştığımız İsrailli bir genç, tek başına 5700m yükseklikten başlayıp, bulunduğumuz yere [singlepic id=87 w=200 h=150 float=left]kadar üç gün üç gece yürümüş. Sadece dün 11 saat yürüdüğünü söyleyince kendimi resmen yaşlı amcalar gibi hissettim. Neyse, artık konuşacak halimin bile kalmadığı halde sonunda Chisapani kasabasına, otelimizin olduğu yere geldik. Burası Nagarkot’a gidecek trekker’ların bir gecelik mola yeri. Ertesi sabah biz de buradan Nagarkot’a 7-8 saatlik daha uzun ama nispeten daha kolay bir yürüyüş yapacağız, bu rotada tepe çıkmak yokmuş. “Bu bir şey değil, Nagarkot’taki manzarayı gör sen” dedi Uttam, kesin beni gaza getirip bugünkü gibi çuvallamamamı istiyor. Yalnız kasaba inanılmaz soğuk, sıcaklık 15 derece birden düştü. Burası hep soğuk ve rüzgarlı olurmuş, iyi ki almışım yanıma polarımı. Öğlen yemeğimizi otelde yedik (körili tavuk pilav yedim, Türkiye’deki gibi yapmıyorlar çok değişik), ardından 4 saat uyku ve akşam yemeğinde gerçek Nepal yemeğini deneme fırsatım oldu. Dal bhat diyorlar adına, dal yeşil mercimek çorbası, bhat ise pilav demek. Yanında haşlanmış soslu patates, soğan, havuç ve soslu tavuk eti servis ediyorlar. Hepsi aynı tabakta karıştırılp yeniyor , lezzetli bir karışım oldu bayıldım. Yemekle beraber onların yerel içkilerini denememi tavsiye etti Uttam, buradaki halk kendi üretiyormuş bu içkyi ve adı yokmuş. Çok sertti, bir bardak alıp bıraktım, yarına uzun bir yürüyüş bekliyor beni. Oteldeki iki İtalyan’da bizimle aynı rotayı izliyormuş, muhabbet falan derken saat geç oldu ve yatağa attım kendimi. İyice dinlenmem lazım bu gece.

 

4.Gün (Trekking)

Sabah inanılmaz rahat kalktım. Odadan gözüken Himalayalar manzarası mı yoksa yükseklerdeki temiz hava[singlepic id=89 w=200 h=150 float=right] mı bilmiyorum ama çok iyiyim, dünkü ağrılarım ve yorgunluğum da tamamen yok oldu. Ben de artık Uttam’ı utandırmamak adına bugünkü parkuru en iyi performansla bitirmek istiyorum. Çekilen muhteşem gündoğumu manzaraları ve güzel bir kahvaltıdan sonra çıktık yola. Bugün 25km yürüyeceğiz, 2100 metreden 2400 metreye çıkmak için ortalama trek süresi 7 saat ve yolda 1 saatlik öğlen yemeği molamız olacak. Yola hızlı başladık, geç çıkmamıza rağmen önümüzdeki tüm grupları geçip büyük fark attık. Yol dünkü rotaya nazaran düzdü, çıkışlar vardı yine ancak dünkü gibi dik değildi ve yolun büyük kısmı ormanın içinden geçiyordu. Uttam yolda karşımıza yaban domuzu çıkabileceğini ve öyle bir durumda yapmamız gerekenin kaçmak değil üzerine elimize ne geçerse fırlatıp sürekli bağırmamız olduğunu, bunu yaparsak hayvanın bizden korkacağını tembih etti. Tırsmadım desem yalan olur ama belli eder miyim hiç. Önden ben gidiyorum, rehberim arkada. Şansımıza hiç yaban domuzu görmedik, sadece gürültücü kuşlar ve böcekler korosu eşlik etti yolculuğumuza. E hava da güzel olunca, 7 saatlik parkuru 5 saatte tamamladık. Rehberim benimle artık gurur duyuyor ve 5580m’lik Everest Ana Kampı için hazır olduğumu, bir sonraki Nepal’e gidişimde beraber tırmanabileceğimizi söylüyor. Koltuklarım [singlepic id=93 w=200 h=150 float=left]kabardı tabi 🙂 Bu arada yolda küçük küçük Nepal-Tibet köylerine denk geldik ve bir tanesine öğlen yemeği yemeye karar verdik. Muhteşem bir Tibet mantısı tattım, adı Momo diye geçiyor. Hamurun içinde çeşitli Asya sebzeleri ve patates var. Yanında da Chapati aldım, bildiğimiz gözleme bu. Şu ana kadar yemek konusunda çok memnunum. Öğlen vardığımız Nagarkot’taki otelimiz güzel bi tepenin üstüne konumlanmış, 360 derece Himalayalar manzarası var, dünkü yere nazaran da daha yakınız dağlara. Dağlar hemen yanımızdaymış gibi gözüküyor ama aslında en az 200km uzaktalarmış, en küçüğü 6000m olunca bu kadar yakın gözükmesi doğal tabi 🙂 Otelde güzel bir dal bhat yemeğinin ardından Uttam son günün şerefine bana Everest bira ısmarladı. Burada adet böyle mi yoksa beni çok sevdi de içinden mi geldi bilmiyorum ama hoşuma gitti, biraya da bayıldım. İçimi çok rahat ve genelde 1 litrelik şişelerde satılıyor J Tabi birayla kafalar güzelleşince Uttam hayat hikayesini anlatmaya başladı, babasıyla amcası işlerini devam ettirmesini ve iyi bir tur lideri olmasını istiyorlarmış ama kendisi aslında çok ünlü bi barmen olmak istiyormuş, seneye Avustralya’ya gidip barlarda çalışmaya başlayacakmış. Katmandu’da da Kokteyl Bilimleri Fakültesi’ne (Mixology Science) gidiyormuş, böyle bir branş ismini ilk defa duyuyorum. Yeterince içini döktükten sonra uyku bastırdı yattık. Sabah çok erken kalkıp gündoğumunu yakalamak istiyorum.

 

5.Gün (Nagarkot&Bhaktapur&Katmandu)

[singlepic id=107 w=200 h=150 float=left]5:30’da benimle birlikte tüm otel ayaktaydı. Himalayaları gündoğumunda seyretmek için topluca tepeye çıktık. Normalde her gün apaçık havada muhteşem manzaralar sunan dağlar bu sabah şansımıza utangaç davrandı. Bulutlarla dolu dağlarda sadece üç dört yüksek zirvenin fotoğrafını yakalayabildik. Otel görevlileri açık bi havada Everest’in bile gözükebileceğini (ki kendisi bulunduğumuz yerden 300km kadar uzaklıkla bulunuyor) söyleyip bizi daha çok üzmeyi başardılar. Biz de sis bulutunun üzerinde yer alan yemyeşil Nagarkot kasabasının görüntüleri ve doğan güneşin yarattığı ışık oyunları karşısında büyülendiğimizle kaldık 🙂 Kahvaltıdan sonra Uttam’la beni alacak şoförümüz geldi, yol üstündeki Bhaktapur şehrinde durabilir miyiz diye teklif ettim, ikisi de kabul etti. Sadece şehir merkezine giriş ücretinin 15$ olduğunu söyleyip uyardılar. Nepal’e gitmiş herkes Bhaktapur’un mutlaka görülmesi gerektiğini ısrarla söylüyordu, ben de çaresiz kabul ettim. “Kendini adamışların şehri” olarak biliniyor ve 9.yy’da inşa edilmiş. Şehir meydanı inanılmaz, Katmandu ve Patan’dan çok daha güzel tapınaklar var. Ayrıca Katmandu’nun aksine tüm şehir eski binalardan oluşuyor, tarih kokuyor resmen. Uttam ve şoförün büyük bir[singlepic id=101 w=200 h=150 float=right] istekle bana her bina hakkında bilgi vermeleri, kamerayı elimden alıp sürekli fotoğrafımı çekmek istemeleri ve gezi bitiminde bana oranın meşhur bir tatlısı olan Bhaktapur Dahi (kesilmiş sütten yapılan koyu kıvamlı bir tatlı) ısmarlamaları burayı daha çok sevmemde etkili olabilir bilmiyorum 🙂 1,5 saat boyunca her köşeyi gezip hikayelerini dinledikten sonra otele geri döndük. Uttam’ın ailesinin Thamel’de tur acentası varmış, oraya gidersek ilerideki programımla ilgili yardımcı olabileceklerini söyledi. Ben de kırmadım, gittik ofislerine. Pokhara’daki otelimi rezerve ettim onlarla beraber,  2 gece için 20$ ödedim. Ayrıca Everest Ana Kampı ile ilgili fiyat aldım, 15 günlük herşey dahil turun fiyatı kişi başı 1000$’mış, gitmek isteyenlerin aklında olsun. Yılda sadece 4000 kişinin ziyaret edebildiği Bhutan turu ise 4 gece 5 gün her şey dahil 1300$. Teşekkür ettikten sonra çıkıp birşeyler atıştırdım. Yemeğin ardından otele gelir gelmez bir ağırlık çöktü öyle böyle değil, trekking’in acısı şimdi çıkıyor ortaya hadi bakalım. Erkenden yatıyorum, sabah 5:20’da kalkmam lazım.

 

6.Gün (Bungy)

[singlepic id=104 w=200 h=150 float=left]Buraya geleli daha 5 gün oldu ve şimdiden çok şey yapmış gibi hissediyorum. Günlerim dolu dolu geçiyor ve bunları yazacak zamanı bile zor buluyorum 🙂 Bugün ise sırada en merakla beklediğim aktivitelerden biri var: Bhote Koshi Nehri’nin üzerindeki bir asma köprüden Bungy Jumping! 160m’lik bu atlayış dünyanın en iyi atlayış noktalarından biri olarak gösteriliyor. Fiyatı biraz tuzlu, 90$ ancak her kuruşuna değeceğini tahmin ediyorum. Saat 6’da çıkıyoruz yola. Atlayış bölgesine gidiş otobüsle uzun sürüyor, bildiğiniz emek veriliyor ulaşmak için, Bungy Jumper’ların haccı desek yanlış olmaz herhalde. Aslında çok uzak olmayan mesafeyi 4 saatte aldık. Bunun en büyük sebebi yolda her 5km’de bir polis kontrolü olması. Polisler araca girip köşe bucak her yeri arıyorlar, baktıkları şey anladığım kadarıyla silah ve uyuşturucu. Çünkü atlama noktası Nepal-Tibet sınırında bulunuyor ve sınıra yaklaştıkla kontroller daha sıkı olmaya başlıyor. Yolun son 5km’sinde ise bize içi silahlı asker dolu bir kamyonet eşlik etti. Geçen yıllarda yaşadıkları Maocu gerilla problemini tekrar yaşamak istemiyorlar anlaşılan. 2000’li yılların başında[singlepic id=103 w=200 h=150 float=right] itibaren Mao yanlısı komünist gerillalar Çin’den ve Tibet’ten ülkeye girip köyleri ele geçirmeye başladılar. Yolda gördükleri turistlerden haraçlar kestiler ve turizm durma noktasına geldi. Özellikle 2006 yılında ülkeye hiç turist gelmemiş, çoğu işyeri ve otel kapanmak zorunda kalmış. Şimdi toparlanıyorlar yavaş yavaş. Yollara da sürekli polis kontrol koymuşlar benzeri durum tekrarlanmasın diye. Otobüs yolculuğunun kendisi bir maceraydı. Dağlık arazide yol hiç düz gitmiyor ve yol gidiş-dönüş 1,5 araba geçecek kadar genişlikle. Araçlar buna nasıl çözüm bulmuş peki, viraja süratle giriyorlar (yolun bir tarafı uçurum bu arada, bariyer falan yok) ve tam dönmeden önce kornaya basıyorlar uzun süre, karşıdan gelecek araç bunu duyarsa yavaşlıyor, iyice kenara çekip, hatta yoldan çıkıp sıfır bir şekilde geçiyor yanımızdan. Kornayı duymazsa ne olacağını tahmin etmek istemiyorum. Yollar ise ayrı hikaye. Nepal çok fakir bir ülke olduğundan buradaki büyük yollar yabancı ülkelerin yardımıyla kurulmuş, otoyolların büyük kısmını Japon şirketleri karşılıksız inşa etmiş mesela. Ama bu yollarda bakım-onarım hak getire. Özellikle Tibet’e giden yolda yer yer toprak kaymaları olmuş, yol büyük büyük kayalarla dolu ancak bunları temizlemek için kimse uğraşmıyor, arabalar sürekli ani direksiyon hareketleriyle bu [singlepic id=105 w=200 h=150 float=left]kayalara çarpmamayı başarıyor (yolun bir tarafının uçurum olduğunu tekrar hatırlatırım). Sonuçta öyle böyle bir şekilde atlayış yerine vardık. Çok güzel yemyeşil iki tepeyi birbirinden ayıran azgın sularıyla nam salmış Bhote Koshi ve tepeleri bağlayan asma köprü. Tepelerde çok küçük köyler var, atlama noktasına varmak için aralarından geçiyoruz, insanları çok sıcak. Hemen yakına güzel bir otel inşa etmişler, oda yerine çadırlarda kalıyorsunuz, adı The Last Resort, bir daha oraya gidecek olursam en az bir gece kalırdım. Geçtik otele, kaydımızı yaptırdık ve sıramızı beklemeye başladık. Yarısı İsrailli olmak üzere 40’a yakın kişi var atlayacak. İki saat sonra sıram geldi ve beni bağlamaya başladılar. Daha önce iki defa atlamıştım, o yüzden ne yapmam gerektiğini biliyorum ama hiç bu kadar yüksekten atlamamıştım. Nehre yukarıdan bakmak bile insanın başını döndürüyor. Görevli arkamdan tutarak beni iyice kenara götürdü, üçten geriye doğru saydı ve kendimi bıraktım çok düşünmeye fırsat vermeden. Bu atlayışın başka bir özelliği dünyanın en büyük serbest düşüşlerinden biri olması, tam 100m düşüş yapıyorsunuz, toplam 2,5 saniye sürüyor ama 2,5 saat gibi geldi bana. İp beni yukarı çektiğinde rahatlamıştım, aşağıda beni bekleyen iki görevliye doğru alçaldım, bir bambu uzatıyorlar tutunmak için, bambu yardımıyla nehirden karaya çekiyorlar işte. Ancak adam bambuyu tuttuğumda bırak dedi, ben de bıraktım. Sonra bir anda herkes panik oldu, nehir hemen dibimde suyun içine gireceğim neredeyse. Adam bana tekrar uzattı bambuyu, yakala yakala diye sesleniyor. Vücudumu iyice sallayarak bir hamleyle uzandım ve bambuyu ucundan tutabildim. Adamlar hemen beni kenara çekti ve niye ilk seferde bambuyu bıraktığımı sordular. Ben de bırak denildiğini söyledim ama aslında bambuyu sıkıca kavra demek istemişler 🙂 Ah şu peltek İngilizceleriyle Nepalliler mi desem yoksa yüksek adrenalinden beynimin anlama merkezinin o esnada pek çalışmadığına mı versem bilemedim. Bambuyu ikinci seferde yakalayamasaydım suya girermişim, nehir zaten gürül gürül akıyor bir kere girdikten sonra nasıl çıkardım bilmiyorum 🙂 Neyse sonuçta atlayışı başarıyla tamamladım, öğlen yemeğinde yine dal bhat vardı afiyetle yedim (burada üç öğün dal bhat yeniyor), diğer atlayanları izledim ve akşam dönüş yoluna çıktık. Bu arada yolda tanıştığım insanlarla ilginç diyaloglarım oluyor. Bunlardan bir tanesi Hindistan’a bir hafta önce çalışmaya gelmiş ve haftasonu için Katmandu’da bulunan Kanadalı Andrew’di. Aramazda geçen konuşma aynen şöyle:

Ben: Neredensin?

Andrew: Kanada. Ya sen?

Ben: Türkiye? Hiç gittin mi oraya, İstanbul Kapadokya falan?

Andrew: Yok, uzakdoğuya gitme fırsatım olmadı hiç. Gitmek istiyorum ama. Japonya’nın kuzeyindeydi dimi?

Ben: ?!?!?! Hmm. Eeee… Yok değil. Çin’in güneydoğusunda kalıyor?

Andrew: Ah tabi ya. Sağol, gidecem en kısa zamanda.

İçimden: Bulursan gidersin..

Dört saatlik sabahkinden daha korkutucu bir yolculuktan sonra şehre geri vardığımızda saat 9’du. Ben de hemen bu satırları yazmaya başladım, yazılarımı zamanında yetiştirmek istiyorum 🙂

Böylece 2’si trekking olmak üzere toplam 6 gün geçirdiğim Katmandu’ya tam anlamıyla bayıldım. Nepalliler gururlu ve dürüst insanlar, Budizm’in getirdiği bir şey olsa gerek. Konuştuğum herkes asıl sorunu yaratanların ülkedeki Hintliler olduğunu ve Hindistan’a gittiğimde sebebini anlayacağımı söylüyor. Gezginlerin çoğu Hindistan’dan sonra Nepal’e gidermiş ve kendilerini cennete gelmiş gibi hissettiklerini söylerlermiş. Ben de Nepal’den Hindistan’a gidince cehenneme düşmüş gibi hissedecek miyim, göreceğiz. Yarın sabah 7’de Pokhara’ya giden otobüsüme biniyorum, böylece Nepal’de son üç günüm kalmış oldu. Üç günün ardından yazacağım sıradaki yazımda Nepal hakkında rehber niteliğinde kısa kısa bilgiler vereceğim. Görüşmek üzere..

You may also like...

8 Responses

  1. ibrahim says:

    Sevgili dostum, yazını büyük bir keyifle okudum. Selamını da aldım =) Tapınaklarda yaptığın geziler gözümün önüne geldi, ben de bu gezinde sana eşlik etmiş olmayı istedim gerçekten. Neyse artık, kendi başımıza da birkaç macera yaşayalım, her maceramız birlikte olacak değil ya =) Fotoğrafları da merak ediyorum.
    Umarım gezin böyle keyif vermeye devam eder.
    Kendine dikkat et.

    • Bekran says:

      Çok teşekkür ederim dostum. Şimdilik her şey yolunda, fotoğrafları da ekledim, umarım beğenirsin. Kendine iyi bak, arada bir yazmayı unutma 🙂

  2. berkant says:

    Merhaba kuzen;

    Yazın harikaydı.Okurken büyük keyif aldım.Ben de tıpkı İbrahim gibi seninle birlikte oraları gezmiş gibi oldum.Zaman zaman okurken tüylerimin diken diken olduğunu hissettim:) Ayrıca fotoğrafları da büyük bir sabırsızlıkla bekliyorum.Önündeki tüm maceralarda yolun açık olsun.Kendine dikkat et.

    • Bekran says:

      Kuzen yazımı beğendiğine sevindim. Umarım fotoları beğenirsin, bir profesyonel gözüyle bakıp ayrıca e-mail olarak (buradan yazıp rezil etme beni 🙂 ) hatalarımı belirtirsen çok sevinirim. Öpüyorum çok..

  3. Mehmet Can'S says:

    Bekocum yazılarının hastasıyız Dünyanın meraklısıyız..
    Biliyosunki yanında bendende bi parça var 😛 (iyi gezdir onu)
    Seyir defterine güzel şeyler paylaşman dileğimle…
    ΜΞΜΤ CΛП SYСИ

    • Bekran says:

      Çok teşekkür ederim Mehmet Can. Beğendiğine sevindim yazılarımı.
      Aynen, parçan emin ellerde merak etme 🙂
      Çok öpüyorum

  4. Can says:

    Ne ara vakit buldun da bu kadar güzel yazılar yazdın Bekran. Macerana bizi de ortak ettiğin için çok teşekkürler. Bu arada aylarca gezi hazırlığı yaptın, o zamandan bıraksaydın sakal Hinduyum diye yedirirdin. Son olarak; Nedir bu sislerden çektiğimiz? 🙂

    • Bekran says:

      Sağol valla beğendiğine sevindim. Sakal yetmiyor Hindu’yum demek için biraz da lisan kasmam lazımmış, sıvışmayı denemedim değil ama lisansız foyam ortaya çıkıyor hemen. Yoksa bazıları Hintli zannediyor beni 🙂
      Ayrıca evet ya, sislerden nefret ediyorum 🙂

Leave a Reply to Mehmet Can'S Cancel reply

Your email address will not be published.

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.