Karayip Sahillerinde

[singlepic id=2612 w=200 h=150 float=left]Santa Marta Cartagena’nın küçük kardeşi. Çok iddialı denemeyecek, katedrallerle kaplı bir şehir merkezi, güzel plajlar barındıran sahil boyu ve 24 saat salsa yapan bolca insanı var. Kaldığımız yer tüm yolculuğum boyunca konakladığım en iyi yerlerdendi, şahane bir şehir manzarası sunan terasındaki hamaklarında uzanabilir, bina içindeki havuza girebilir ve barında diğer gezginlerle bira üzerinden koyu muhabbetlere dalabilirsiniz. İsmi La Brisa Loca, buraya yolu düşenlerin aklında olsun. Aynı Cartagena’daki gibi buranın da en güzel plajı Playa Blanca, ismi öyle olsa da kendisi oldukça farklı. Oraya gitmek için sahil yolundan minibüse atlayıp 15 dakikalık yolculuk sonrası modern, lüks oteller yöresi olan Rodadero’ya varmalı (1250Peso) ve oradan taksi şeklinde kalkan teknelerden birine (Gidiş dönüş 15000Peso) atlamalısınız. Playa Blanca’nın karayolu bağlantısı yok, Rodadero’ya dönüş için de son tekne saat 5’te. Plaj üzerinde üç dört tane restaurant ve sıra sıra dizilmiş şezlonglar var. Onlardan birine kurulup civarın en güzel denizinin tadını doyasıya çıkarttık. Öğle yemeği olarak yörenin en ünlü yemeği karidesli pilav söyledik, pilavı safranlı, karidesi ise Türkiye’dekilere taş çıkartır 🙂 Plaja yanaşmış tekneler birbir Rodadero’ya hareket ederken fırsatını bulduğumuz kadar oyalandık.

[singlepic id=2615 w=150 h=200 float=right]Hostelde Münih’te yaşayan Umut isminde bir Alman-Türk’le tanışmam büyük sürpriz oldu. Kendisi bir yıl kadar önce bisikletiyle Buenos Aires’e uçup başlamış gezmeye. Bisikleti ve 60 kiloluk çantasıyla aylarca pedal sürmüş. Sadece And Dağları’nı 3 kere gidip geldiğini söyledi, otobüste bile bitmeyecekmiş gibi görünen o dağlardan, geçitlerden ve yokuşlardan nasıl çıkıp indiğine hayret ettim. Benim otobüs günler sürdüğü için uçakla gitmek zorunda kaldığım Patagonya’ya varması sadece 1,5 ayını almış, çoğu zaman günlerce kimseyi görmediğini ve çantasındaki hazır yiyecekleri tüketerek, yol kenarlarına çadırını kurarak hayatta kaldığını anlatıyor. Planda tüm kıtayı bisikletle geçmeyi düşünmesine rağmen Lima’da dayanamayıp atmış. Hikayesi başlı başına bir film, şimdi de Kolombiya’dan son derece tehlikeli Venezuela’ya geçmeye çalışacakmış. Çantasında da yerel birinden hediye aldığı palasıyla ormanlara dalıp hindistan cevizlerinden beslenmeyi ve ağaçlara hamağını kurarak konaklamayı düşünüyor. Saygı duydum ve hikayelerini ağzım açık dinledim.

Santa Marta’nın kısıtlı gece hayatını yaşamak için Carrera 13’teki barları ve kulüpleri, iyi bir akşam yemeği içinse Calle 17’deki küçük bistroları tavsiye ederim. Birçok kişi dalış eğitimi almaya geliyor buraya, bir saat kadar uzaklıktaki Taganga şehrinde çok sayıda dalış okulu cüzi miktarlara eğitim [singlepic id=2618 w=150 h=200 float=left]veriyormuş. Gezi olarak da Tayrona Ulusal Parkı ve Kayıp Şehir Ciudad Perdida’ya yapılan 6 günlük turlar çok popüler. Sierra Nevada’daki arkeolojik kalıntıları görmek için 169 terasın arasından ve binlerce merdiveni çıkarak yürümelisiniz. Biz Machu Picchu’dan sonra çok etkili olacağını düşünmedik açıkçası, üstüne turun 350 dolarlık fiyatını duyunca rotamızı çok düşünmeden Tayrona’ya çevirdik. Sabah erkenden çantalarımızı hazırlayıp çıkıyorduk ki Umut’u gördüm. Fikrini değiştirip Venezuela’ya gitmekten vazgeçmiş. Geçen gün gittiği limanda Haiti’ye kalkan yük gemilerinden birinin elemanlarıyla konuşmuş, 100 dolara kendisini de gemiye alabileceklerini söylemişler. 4 gün sonra Haiti’ye varacak, sonrasına bakarız diyor 🙂 Rüzgar onu nereye sürüklerse oraya gidiyor, bir kez daha takdir ettim.

[singlepic id=2621 w=200 h=150 float=right]Kıyılarında muhteşem plajları ve hemen berisinde içinde bazı kabilelerin yaşadığı, yemyeşil ormanlarla kaplı dağları ile Tayrona Ulusal Parkı bu ülkeye yapılan bir gezinin olmazsa olmazlarından. Hiç eksik olmayan yüksek dalgalarında sörf yapabilir, bakir koylarda mercanların arasına tüple dalabilir, ormanlarda trekking yapabilir, hatta dağlardaki kabileleri ziyaret edebilirsiniz. Burası sadece Kolombiya’nın değil, tüm kıtanın en gözalıcı plajlarına ev sahipliği yapan bir yer ve en güzel tarafı da ticari işletmeler tarafından işgal edilmeden kalan nadir yerlerden olması. [singlepic id=2617 w=200 h=150 float=left]Daha geçen seneye kadar parkın içinde yemek yenecek bir restaurantın bile olmadığını söylediler. Çantanıza hazır yiyecekleri stokluyor ve sadece iki üç tane olan kamp alanlarından birine yürüyor, başka bir noktaya geçmeden önce geceyi buradaki çadırlarda ya da hamaklarda geçiriyordunuz. Bu sene kamp alanlarını artırmışlar ve yeme-içme imkanı sunmaya başlamışlar. Bu da ziyaretçi sayısının hızla artmasına sebep olmuş, günümüzde burası sırtçantalı gezgin gençlerle dolu ancak bu hızla giderse beş seneye kalmaz, en güzel plajların dibine biten resort otelleri, lüks restaurantları ile Güney Amerika’nın Seyşelleri ya da Maldivleri haline gelir. Demedi demeyin..

Buraya ulaşmak için Santa Marta’nın pazarından (Calle 11 ile Carrera 11 kesişimi) kalkan yerel minibüslerden birine binmelisiniz (5000Peso). 34 kilometrelik yol dur kalklarla iki saate yakın sürüyor, sonunda parkın girişinde sizi indiriyorlar. Parka giriş ücreti yabancı turistler için 35000Peso. Park içinde ya da çevresinde ATM olmadığını ve kredi kartı geçmediğini belirtmeliyim, nakit için son şans [singlepic id=2629 w=200 h=150 float=right]Santa Marta. Aynı zamanda büyük sırtçantanızı Santa Marta’daki hostelinizde bırakın, herkes öyle yapıyor çünkü park içinde biraz yürümek zorunda kalacaksınız 🙂 Park girişinden otoparka kadar 20 dakikada bir minibüsler (3000Peso) kalkıyor, otoparktan itibaren yalnız başınasınız. Önce koca haritadan hangi plaja gitmek istediğinizi seçiyorsunuz ve tabelaları takip ederek ormanların içinden yürüyüşe başlıyorsunuz. Ya da ata biniyorsunuz! Evet, Tayrona’da değişik bir sisteme tanık oldum. Plajlar arası atlar gidip geliyormuş, engebeli yollarda saatlerce yürümek yerine kısa mesafe 16000, uzun mesafe 32000Peso vererek tembellik edebiliyorsunuz. Alexandra biliyormuş ata binmeyi, çok sevindi onları görünce. Benim de hiç tecrübem yoktu ama ısrarlarına dayanamayıp at yetiştiricilerinin yanına gittik. Gencin biri bize iki tane at ayarladı, üzerine atladık, ücretini verdik ve ilerlemeye başladık. Normalde atın yanında eşlik eden biri oluyor ya baktım kimse gelmiyor arkadan, gençle aramızda şöyle bir dialog geçti:

– Gelmiyor musun bizimle?

– Yok, diğer plajda arkadaşım var. O sizi teslim alacak.

– Ee yolu nasıl bulacağız?

– Atlar yolu biliyor.

– Hmm??

O sırada tek başıma zaten dengeyi kurmakta zorlanıyorum, benim at kudurdu ve başladı koşmaya. Nasıl durduracağımı bilmiyorum, arkamı dönüp yol arkadaşıma bağırdım.

– Alexandraaa! Ne yapmam lazım???

– İpi çek, ipi çek!

İpi çektim, at durdu ama tekrar koşmak için can atar bir vaziyette. Şansıma böylesi denk düşmüş, dura kalka, dura kalka bir saatte vardık plaja. Çok farklı bir ilk kez ata binme deneyimi oldu benim için 🙂  [singlepic id=2628 w=200 h=150 float=left]Arrecifes Plajı’na beş dakika uzaklıkta San Pedro diye bir kamp alanı vardı. Alandaki palmiye ağaçlarının altına çok sayıda çadır kurulmuş, ister bunlardan birinde kalıyorsunuz, ister hamaklarda. Birkaç tane de bungalow var. Gecelik fiyatları adam başı 20000-50000Peso arası değişiyor. Hava kararmadan plajı görelim dedik, şansımıza Arrecifes tüm ulusal parkın en tehlikeli sularına ev sahipliği yapıyormuş. Dalgalar çok yüksek ve inanılmaz güçlü bir akıntı var. Suyun da girer girmez insan boyunu geçtiğini düşünürsek burada yüzmek pek akıl karı değildi. 100 kişiden fazla gezgin boğularak can vermiş bu azgın sularda, biz de plajın fotoğraflarını çekip deniz hayalimizi ertesi güne bırakmaya karar verdik. O gece yapacak çok şeyimiz yoktu zaten, bir şeyler yedikten sonra uyumaya gittik.

[singlepic id=2631 w=200 h=150 float=right]Ertesi sabah yine at kiralayarak bu sefer iyi bir plajı ve denizi olduğuna emin olduğumuz Cabo San Juan’a doğru yol aldık. Yine bir saat kadar sonra öncekinden çok daha büyük ve hemen deniz kıyısındaki başka bir kamp alanına vardık. Burası Kolombiya fotoğraflarını aratınca ilk sıralarda çıkacak kadar ünlenmiş bir yer. Dev kayaların ayırdığı iki muhteşem plaj, kristal berraklığında suyu ile aynı Seyşeller fotoğraflarına benziyor. Kayaların üstündeki tepede [singlepic id=2635 w=200 h=150 float=left]güzel bir alan inşa etmişler, 25000Peso verip oradaki hamaklarda muhteşem bir manzara eşliğinde konaklayabilir ya da kamp alanında 20000Peso’ya kalabilirsiniz. Yemekler daha güzel, çalışanlar daha profesyoneldi. Biz de hamak seçtiğimiz için çantaları lockerlara yerleştiriyorduk ki Nirth çıkageldi karşımıza! Bolivya’da beraber tura katıldığımız, Ekvador’da kahvaltı ederken karşıma çıkan Londralı arkadaşım Nirth’ü bir de burada görünce hakikaten dünya küçükmüş dedim kendime. Üçümüz de Bolivya’dan birbirimizi tanıdığımız için güzel muhabbet oldu, görüşmeyeli neler yaptığımızı anlattık, komik yol hikayelerini paylaştık. Nirth katıldığı bir [singlepic id=2632 w=200 h=150 float=right]turdan dev Küba puroları satın almış, plajda otururken Cohiba’ları tüttürdük. Onun son günüymüş plajda, çok geçmeden yola koyuldu. Biz de plajı ve çevredeki diğer plajları keşfe koyulduk. San Juan Plajı çok güzel ama kalabalık, beş dakika orman içinden yürüyerek varılan ismini bilmediğim diğer plaj ise tamamen boş. Lost dizisindeki ada gibi, plajın hemen arkasından balta girmemiş ormanlar uzanıyor, çevrede medeniyete dair hiçbir belirti yok. Biz de bunun fırsatını bilip gün boyunca çocuklar gibi eğlendik, oradan oraya, ıssız plajlarda, ormanların içinden, kuş böcek sesleri eşliğinde gezilmedik yer bırakmadık. Akşam hamakta uyumak da çok iyiydi, tepede yıldızlar, tatlı bir okyanus esintisi ve sivrisinekler güzel bir son olmuştu bu güne.

Çevrede görülecek birkaç plaj daha vardı ama biz en iyilerini görmüştük ve paramız da azalıyordu, geri dönelim artık dedik. Yine at kiralayarak ilk gittiğimiz Arrecifes Plajı’na geri döndük, artık o kadar alışmışım ki son gün Alexandra’yla at koşturuyorduk 🙂 Arrecifes’ten sonra tekrar ata verecek paramız kalmamıştı, ben de zaten yürüyüş yapmadan Tayrona’dan ayrılmayı istemediğimden iyi bahane oldu. Bir buçuk saatlik nispeten kolay bir yürüyüş sonrası otoparka geri dönmüştük. Bir süre sonra minibüs bizi alıp parkın girişine bıraktı, oradan da başka bir minibüs ile Santa Marta’ya geri döndük. Tayrona Ulusal Parkı Güney Amerika’nın pek bilinmeyen hazinelerinden, ileriki yıllarda adının daha sık telaffuz edileceğine eminim ama gezip görmek için en iyi zamanı kesinlikle şu sıralar. Bizim için de harika bir son oldu Kolombiya’ya. Şimdi yola devam..

You may also like...

5 Responses

  1. Onur says:

    Bekran, sayende gorulecek yer listemiz kabariyor…Eline, yuregine ve ayagina saglik kardesim…

    • Bekran says:

      Teşekkürler 🙂

    • Onur says:

      Bekran, senin Tayrona parki hakkindaki yazindan sonra bizde gidelim dedik..Agustos’un son hafatasi Kolombiyadayiz….Aklimizdaki sorulari sana daha sonra iletecegiz…Sana Meksika’da iyi geziler….

    • Bekran says:

      Kolombiya’ya gideceğinize çok sevindim, umarım en az benim kaldığım kadar memnun kalırsınız. Soruları bekliyorum o zaman, görüşmek üzere 🙂

  2. Defne says:

    Umut ne değişik biriymiş,daha cesur ve gezgin ruhlu biriyle tanışılamaz herhalde..

Leave a Reply

Your email address will not be published.

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.