Hüzün Dolu Şehir Hiroşima

[singlepic id=903 w=200 h=150 float=left]Dünyanın en sevimli şoförleriyle yaptığım 7 saatlik yolculuk sonrası Hiroşima’ya vardım. Artık burada geçireceğim 3 günün ardından Japonya’dan ayrılıyorum. Ne kadar hızlı ve dolu dolu geçtiğine hala şaşıyorum, sebebi sürekli Japonlarla takılmam, kendimi onların hızlı yaşamının içinde bulmamdı sanırım. Ama sadece Hiroşima’da beni konaklatacak birini bulamadım, Couchsurfing’in popüler olduğu yerlerden biri değilmiş, şehirde topu topu 10 host adayı var, onlar da ya bir aydır siteye girmemişler ya da başka birini misafir etmekte oldukları için müsait değiller. Ben de hostel’lerdan birine rezervasyon yaptım: Backpackers Miyajima, 20 kişilik yurt odasında gecelik 30$. [singlepic id=917 w=200 h=150 float=right]Hiroşima’yı bilenler Miyajima Adası’na gitmeden dönmemem gerektiğini söylüyordu, bu hostel adaya giden feribot iskelesinin hemen karşısında olduğu için en iyi seçenek gibi gözüktü. Hiroşima İstasyonu’na çok erken vardığım için önce bir kafeye geçip kahvaltı ettim. Japonya’da otel ve hostel’lerin check-in saatlerinin çok geç olduğunu yazmıştım, saat 4’de odaya almaya başlıyorlar, e zaten 4:30’da hava kararıyor 🙂 Ama check-out saatlerinde esneklik yok: sabah saat 10’da otelden ayrılmış olmanız lazım. Artık 6 saat boyunca ne yapıyorlarsa.. Ben de sabah 9’da vardığım hostel’e çantalarımı bırakıp check-in’e kadar Miyajima’yı gezmeye karar verdim. Hostel’dekiler çok sıcaktı, çantamı seve seve kabul ettiler, ben de ilk gördüğüm feribota atlayıp 10 [singlepic id=925 w=200 h=150 float=left]dakika içinde vardım ünü ülke sınırlarını aşmış adaya. Sadece 2000 yaşayanı olan tam doğa harikası bir ada, üstelik gezilecek birçok tapınak var. Sabah vakti çevre okullardan gelen öğrenci kafileleri doldurmuştu adayı, ben de peşlerine takılıp dolaşmaya başladım. Denizin ortasına kurulmuş ve kendi ağırlığı ile sabit kalabilen Otorii Kapısı adanın en ünlü, dolayısıyla en çok fotoğraf malzemesi olan yeri. Kapının tam karşısında ise Itsukushima Tapınağı yer alıyor(Giriş 300YEN). Tapınağın içinde günün belli saatlerinde düzenlenen ayinleri izlemesi çok ilginçti, ne yazık ki fotoğraf çekmek yasaktı da burada paylaşamıyorum. Sıradaki yer, 20 dakikalık hafif bir tırmanış ile ulaşılabilecek Daishoin Tapınağı’ydı. [singlepic id=909 w=200 h=150 float=right]Görkemli heykelleriyle, muhteşem süsleriyle ve büyük bir zevkle düzenlenmiş bahçeleriyle en çok beğendiğim yer burası oldu. Özellikle sağa sola rastgele yerleştirilmiş şişman buda heykelleri çok sevimliler 🙂 Tapınağa giriş de ücretsiz. Bazı kafileler buradan adanın tepesindeki Misen Dağı’na giden 2 saatlik yürüyüş yolunu tepmeye başladılar ancak ben hem hava buz gibi olduğu için hem de biraz acıktığım için pek tenezzül etmedim 🙂 Yemek konusunda adanın sunacağı birçok sürpriz vardı. [singlepic id=912 w=200 h=150 float=left]Deniz ürünlerinin bolca kullanıldığı yemeklerden, özellikle Hiroşima/Miyajima spesyalitesi Khaki(Yakitori)’den bahsetmemek olmaz. İstiridyeyi kabuğunun içinde usta eller ızgarada büyük ciddiyetle pişirip satıyorlar. Yağda kızartılmış olanı da satılıyor ancak o zaman istiridyenin tadını pek alamıyorsunuz. Üç tanesine 500YEN verdim, tadı ise harikaydı. Hemen ardından balık keki yedim, aklınıza gelebilecek birçok balığı[singlepic id=901 w=200 h=150 float=right] ve deniz kabuklusunu rulo şeklinde kızartıp satıyorlar, karideslisi gayet iyiydi. Son olarak vanilya soslu kızarmış kek ile ilginç öğünümü sonlandırmış oldum. O kadar beğendim ki koca kekten iki tane daha alıverdim. Diyorum Japonlar kötü yemek yapmaz diye. 15 gün oldu, fikrimi değiştirecek en ufak bir deneyim olmadı. Biraz daha dolaşıp, adanın dar sokaklarında oyalandıktan sonra iskeleye dönmeye karar verdim. Ana karaya döndüğümde akşam yemeği vakti gelmişti, menüde ise tüm Japonların ısrarla tavsiye ettiği Hiroşima usülü Okonomiyaki (Hiroşimayaki) vardı. İçinde karides, ahtapot, makarna, yumurta, et, biber, balık rendesi, özel sos olan yoğun karışım oldukça doyurucu ve tatmin ediciydi. Hostel’e döndüğümde hava çoktan kararmıştı, ben de internetle oyalanarak geçirdim kalan zamanımı.

[singlepic id=930 w=200 h=150 float=left]Ertesi gün Hiroşima’nın görülecek yerlerini gezmek üzere erkenden kalktım. Hostel çalışanları da şehir merkezine gidiyormuş, beni arabalarıyla bıraktılar sağolsunlar(arigato gozaimas 🙂 ). Şehirde görülecek yerlerin hepsi merkezde ve 1 kilometrekarelik bir alana yayılmış. Herkesin bildiği gibi Hiroşima dünya tarihinin en aşağılık saldırılarından ve en büyük trajedilerinden birinin yaşandığı yer. 1945 yılında Amerika Hiroşima ve Nagazaki’ye atom bombası attı, bu bombalarla 2. Dünya Savaşı sona erdi, yerle bir olan şehirlerden sadece Hiroşima’da toplam 140000 kişi yaşamını yitirdi. Ve bombadan önce şehrin nüfusu 350000 idi. Hayatta kalanların büyük kısmı ise radyasyona maruz kalıp kısa sürede içinde başta lösemi olmak üzere kanser ve katarakt (Atom bombası kataraktı) gibi hastalıklar edindiler, yeni doğan çocuklarda doğum anomalileri gelişti. Japonya Hiroşima’yı 3 yıl içinde sıfırdan inşa edip, atom bombasının atıldığı bölgeyi koruma altına aldı, özellikle Atom[singlepic id=944 w=200 h=150 float=right] Bombası Kubbesi olarak bilinen eski tiyatro yaşanan tüm acıların bir simgesi gibi yükseliyor. Şimdi UNESCO Dünya Mirası’nın bir parçası, anıtın hemen yanında Ulusal Barış Parkı ve Hiroşima Barış Müzesi var. Bölgeden 1km uzaklıkta ise görkemli Hiroşima Kalesi var, kale bomba sonucu yıkıldığı için eski bulunduğu yerin hemen yanına özüne uygun olarak baştan inşa edilmiş. Önce kaleyi gezdikten sonra anıtların olduğu yere yürüdüm. Çevrede birçok gönüllü rehber var, para almadan atom bombası ve etkileri hakkında açıklamalar yapıyorlar. İki defa dinlendim, aklımda kalanları aktarıyorum.

Little Boy (Küçük Çocuk) adı verilen 6kg’lık bomba (15000 ton TNT’ye eşdeğer) bu bölgenin hemen 600 metre üzerinde patlamış ve havada patlaması daha büyük hasara yol açmış. Patlamayı takiben ilk üç saniyede 3000-4000 santigrat derecede ısı[singlepic id=951 w=150 h=200 float=left] açığa çıkmış, toplam 4 kilometrelik çapta yaşayan tüm canlıları alevlerle sarmış ve binaları dümdüz etmiş, kumu cama çevirmiş. Yüksek Atom bombasının en büyük özelliği 400m/s hızındaki ilk patlamanın (şok dalgası) ardından etki alanındaki(epicenter) hava basıncını düşürmesi, bu nedenle patlamadan saniyeler sonra tüm objeler patlama merkezine doğru vakum gibi çekilmişler(ters rüzgar). Bu da insanların gözlerinin yuvalarından fırlamasına,  barsakların dışarı çıkmasına sebep olmuş. Hemen ardından ise çok daha geniş bir alanda mantar bulutu oluşmuş ve bu buluttan siyah yağmur yağmaya başlamış. Bombadan yaralı olarak kurtulmuş ve patlama alanının dışında kalmış insanlar yoğun ısı altında susuzluklarını gidermek için bu yağlı ve yapışkanımsı yağmur sularını içmeye çalışmışlar. Ama yağmur radyoaktif maddeler içerdiği için, çoğu birkaç gün içinde ölmüş.

Peki neden Amerika[singlepic id=940 w=200 h=150 float=right] atom bombası geliştirdi ve bunu Japonya’ya attı? Bunun gerekçelerini ise kanıtlarıyla beraber Ulusal Müze’de öğrendim. Nazi Almanya’sından kaçıp Amerika’ya sığınan başta Albert Einstein olmak üzere önemli bilimadamları, Almanya’nın nükleer bombalar üretmekte olduğundan şüphelendikleri için Amerika’nın daha önce davranmasını istediler. Aralık 1938’de Einstein atomu parçalamayı başarmıştı ve bunun silah teknolojisinde kullanılabileceğinin de gayet farkındaydı. Böylece tüm bilimadamları Einstein’dan, o dönem Amerikan başkanı olan Franklin D. Roosevelt’e mektup atıp bu buluşun potansiyeli hakkında bilgilendirmesini istediler. Einstein’in 2 Ağustos 1939’da başkana yazdığı mektubun orjinali Hiroşima’daki müzede sergileniyor, fotoğrafta görebilirsiniz. Mektupta atomun parçalanmasının, çok gelişmiş ve dengeleri sarsacak bir bomba kullanımında kullanılabileceği ve ABD ordusuna dilerlerse bu konuda yardım edebileceklerini yazıyor. Başkan Einstein’in teklifini kabul etti ve üç yıllık yoğun çalışmanın ardından Ağustos 1942’de bomba geliştirme aşaması başlamış oldu. Kod adı Manhattan Projesi idi ve dünya üzerinde varlığından haber olanların sayısı bir elin parmağını geçmiyordu. Toplam 3 senelik geliştirme ve 2 milyar dolarlık(bu zamanın yaklaşık 20 milyar doları) korkunç bir masraftan sonra ilk denemenin yapılmasına karar verildi. New Mexico eyaletindeki bir çölde 16 Temmuz 1945’de [singlepic id=939 w=200 h=150 float=left]yapılan bomba deneyi (kod adı Trinity) başarıyla sonuçlanınca, ABD artık hazırdı. Tüm bu sırada Dünya Savaşı kızışmıştı, seneler süren çatışmalar bitecek gibi gözükmüyordu. Japonya ise Aralık 1941’de Hawaii’deki Pearl Harbor üssüne yaptığı saldırılarla ABD’nin Müttefiklerin yanında savaşa katılmasına sebep olmuş ve Pasifik Savaşı’nı başlatmıştı. Aynı zamanda Asya topraklarındaki Avrupa devletlerine de saldırarak ilk başlarda bütün bir avantaj elde eden ve bölgenin büyük kısmına hakim olan Japonya, seneler geçtikçe zayıflamaya başlamıştı, özellikle Amerika’nın saldırılarına karşı başa çıkmakta zorlanıyordu. Savaş gereğinden fazla uzamıştı ve ABD çıkmaza doğru sürüklenen savaşı artık sonlandırması gerektiğini düşünüyordu. Diğer yandan müttefiği olan Sovyetler Birliği, Japonya’ya saldırıp konumunu güçlendirmeye hazırlanıyordu ve bu Amerika’nın kesinlikle istemediği bir şeydi. Öyle bir şey yapmalıydı ki Sovyetler Birliği dahil dünya üzerindeki tüm ülkeler Amerika’nın mutlak üstünlüğünü[singlepic id=938 w=200 h=150 float=right] kabul etmeliydi. Bu atom bombasıydı.. Bomba geliştirmeye hükümetin hazinesinden çok büyük paralar harcanmıştı, hükümetten muhalif sesler yükselmeye başlıyordu ve ancak bomba atılıp zafer kazanılırsa yapılan bu harcama meşrulaştırılabilirdi. Amerika’nın bombayı atabileceği iki yer vardı; Almanya ve Japonya. Ama Almanya’nın konumu müttefiklerine yakın olduğu için, izole bir yer olan Japonya çok daha uygun bir seçenek olarak gözüktü. Böylece 1945’te, fazlasıyla güçsüzleşmiş Japonya üzerine uçaklarını yollayarak Dummy Bomb (Aptal bomba) adı verilen, şekli itibariyle atom bombasının birebir aynısı olan ama içinde nükleer silah barındırmayan bombaları şehirlerdeki rastgele hedeflere, sivillerin üzerine yollamaya başladı. Japonya’nın bu saldırılara direnecek hiçbir gücü yoktu ama mutlak teslimiyet ilan etmek için de çok inatçıydılar. Ülke Amerika’nın savaş talim alanı gibi kullanılıyordu ve her ne kadar bombalar nükleer patlayıcı içermese de bombalar düştüğü şehirlerde büyük kayıplara yol açıyordu. Ve atom bombası konusunda eğitim almış olan 12 kişilik özel birlik, bu sayede bombalama konusundaki becerilerini geliştirmiş oluyordu. Böylece 20 Temmuz-14 Ağustos 1945 tarihleri arasında Amerika, Japonya’nın 30 ayrı şehrine toplam 49 bomba [singlepic id=942 w=150 h=200 float=left]bıraktı ve 1600 insanın ölümüne sebep oldu. Tokyo da bu bombalardan nasibini almıştı (Bu bombalamalar 1991 tarihine kadar ABD tarafından inkar edilecekti) Tüm Japonya tam bir harabeydi, ancak son darbe vurulmamıştı. 25 Temmuz’da ABD, İngiliz ve Rus liderlerin bir araya geldiği çok gizli toplantıda atom bombasının “haber verilmeden” dört şehre (Hiroşima, Nagazaki, Kokura, Niigata) atılması konusunda karara varıldı. 2. Dünya Savaşı’nda bombalamaların büyük kısmı haber verilerek yapılır, böylece bombalayan ülke gövde gösterisini yapmış, bombalanan şehrin halkı da bölgeyi boşaltarak nispeten az zarar görmüş olurdu. Ama bilimadamlarının tüm itirazlarına rağmen  (Einstein bombanın atılmasının ardından bunun bir parçası olduğu için ne kadar pişman olduğunu söyleyecekti ama ne fayda), atom bombasıyla kaç insan öleceğini ve nasıl etki bırakacağını görmek isteyen hastalıklı bir ruha sahip Amerikan hükümeti fikrini değiştirmedi ve atom bombası atılması için gerekli hazırlıklar tüm gizliliiğiyle başladı.

Böylece 6 Ağustos günü Amerikalı savaş pilotu Paul Tibbets, annesi Enola Gay’in adını verdiği uçağıyla Tinian Adası’ndan saat gece 1:40’da havalanarak tam 6 saat sonra şehre vardı. Bomb Sight adı verilen, radarsız ve manuel sistem ile bombanın hedefi olan T şeklindeki Aioi Köprüsü’nü göz kararıyla seçtikten sonra saat tam 8:15’de bombayı bıraktı. Bomba serbest düşüş ile otomatik olarak ayarlandığı üzere yerden 600 metre yükseklikte ve hedefinden 300 metre ileride patladı. Bombanın patlaması için kullanılan sistemde bildiğimiz tv anteni kullanılmış, antenin mucidinin Japon bilimadamı Yugi Antenna olması ise üzücü bir rastlantı olsa gerek. Dünya tarihinin ilk atom bombası başarıyla atıldıktan sonra sıradaki bomba için hiç zaman kaybedilmedi. Ancak 3 gün sonra 9 Ağustos’ta Nagazaki’ye atılması planlanan bu bombada (Fat Man-Şişman Adam) işler yolunda gitmeyecekti. Hava bulutlu olduğu için pilot hedefini bir türlü kestirememiş ve artan stresin etkisiyle bulutların arasından gördüğü bir açıklıktan rastgele bir yere bırakmıştı. Şans eseri bu açıklık şehir dışındaki dağlık bir alana aitti, o yüzden etkisi Hiroşima kadar yıkıcı olmadı. Tabi bu ıskalama bile 200000 nüfuslu şehirde 70000 masum insanın ölümüne yetti.

Patlama öncesi Hiroşima[singlepic id=952 w=300 h=200 float=left] geleneksel, deniz ticaretiyle geçinen bir şehirdi. Bombanın patladığı alan (hipocenter) tam şehir merkeziydi ve binalarla doluydu. Patlamanın hemen ardından sadece bir kaç saniye içinde şehir merkezi ve 4 kilometre çevresindeki evlerin %99’ü dümdüz oldu. Sadece 10-15 kadar bina ayakta kaldı, bunlardan biri de şehrin en gösterişli binası olan tiyatroydu. Kubbesi bakırdan inşa edilmişti ve erime ısısı 1000 santigrat derece olan bakır bile patlamanın yarattığı sıcaklığa dayanamadı. Ancak kubbenin erimesi zaman aldığı için binanın iskeleti fazla zarar görmemiş ve bina yıkılmadan ayakta kalmayı başarmış oldu. Aynı zamanda şehirdeki yüksek radyoaktivite yüzünden tüm yeşillik öldü ve bölge tam bir çöl haline geldi. Uzmanlar 75 yıl boyunca hiçbir bitkinin yetişmeyeceğini söylüyordu burada, ta ki sadece bir ay sonra çok şiddetli bir doğa felaketi zararının yanında büyük bir mucizeye de yol açana dek. Makurazaki Tayfunu şehri resmen yıkadı, şiddetli rüzgar ve sellerden toplam 3000 kişi daha öldü ancak tüm bölgenin toprağı radyoaktif içerikleriyle beraber denize dökülmüş oldu. Sonuç ise inanılmazdı, tayfun dindikten kısa bir süre sonra toprak tohum vermeye, ilk bitki yeşermeye başladı. Günümüzde Hiroşima yemyeşil, parklarla dolu bir yer. Bu arada Mart ayında Fukuşima’da olan nükleer patlama sonucu yayılan radyoaktivite miktarının Hiroşima’ya kıyasla çok daha büyük olduğu belirlenmiş. Bu nedenle Fukuşima’nın toplarlanması, benzer bir felaket/mucize olmadığı süre çok uzun yıllar alacakmış.

Diğer bir bilgi ise dünyanın şu andaki durumu. 6kg’lık Hiroşima bombasının gücü 15 kiloton idi, şu anda 50 megatonluk, yani 3000 kat daha güçlü bombalar adeta seri üretime geçmiş halde. Atom bombası bile eski teknoloji sayılıyor, artık onlarca atom bombasının birbirini tetikleyerek harekete geçirdiği Hidrojen Bombası var. 300 tane nükleer bombanın dünya üzerindeki tüm yaşamı bitirebileceği söyleniyor ve günümüzde sadece Amerika ve Rusya’ya ait 10000’er tane nükleer savaş başlığı var. Muhtemel bir Üçüncü Dünya Savaşı ile dünyanın sonunun geleceği gayet açık ve ne yazık ki böyle bir savaşa doğru hızla sürükleniyoruz. Einstein’in dediği gibi: “3. Dünya Savaşı’nın kimler arasında ve hangi silahlarla yapılacağını bilemem ama 4. Dünya Savaşı taş ve sopalarla olacak.”

Rehberimiz bunları anlattıktan sonra anneannesinin de patlama sırasında şehirde olduğunu ve şans eseri olarak kurtulduğunu söyledi. Ayrılırken ise bize saklamamız için barışı simgeleyen origami hediye etti. Bu arada anıtın karşı kıyısında çok anlamlı başka bir anıt var: [singlepic id=936 w=200 h=150 float=right]Çocuk Barışı Anıtı. 2 yaşındaki Sadako Sasaki patlama anında şehirden uzakta olmasına rağmen yüksek derece radyasyona mağruz kaldığından dolayı on sene içinde lösemi oldu. 1955’te Sadako’nun en iyi arkadaşı hastaneye ziyarete geldiğinde yanında origami yapmak için kullanılan kare kağıtlardan getirdi. Japonya’da her origaminin bir anlamı vardır, turna kuşu ise sağlığı ve uzun yaşamı simgeler. Ve inanışa göre eğer bir kişi 1000 tane origami yaparsa tek bir dileği gerçekleşecektir. Sadako yaşamını yitirdiğinde 644 tanesini bitirebilmişti. Arkadaşları geri kalanını tamamlayıp Sadako’yu origamilerle beraber gömdü. O gün bugündür Sadako barışın en masum simgelerinden biri durumunda, senelerdir dünyanın her yerinden çocuklar Sadako’ya, Hiroşima’da bulunan bu anıta origamiler yolluyor. Ve bunların hepsi anıtı çevreleyen cam vitrinlerin içinde saklanıyor.

[singlepic id=941 w=200 h=150 float=left]Girişi 50YEN olan Ulusal Barış Müzesi’nde ise en çarpıcı bölüm bombada kurtulanların seneler sonra geriye dönüp, o anı resmettiği tablolardı. Bu insanların tek tek neler yaşadığı, neler gördüğü apaçık karşınızda, her resim insanı derinden sarsacak kadar güçlü. Bunun dışında hayatta kalanların müzeye bağışladığı kişisel eşyalar da var. Ve her eşyanın bir hikayesi.. Patlama anında halkın üzerinde olan pantolonlar, paramparça halleri ve kan lekeleriyle beraber sergileniyor. Bir çocuk bisikletini sürerken yakalanmış bombadan yayılan alevlere, sağlam kalan bisikleti ise küçük kardeşi tarafından bağışlanmış.

Saat 5’te müzenin kapanmasıyla ben de ayrıldım oradan. Zaten o kadar trajik görüntülerin ve hikayelerin üzerine daha fazla kalabilir miydim bilmiyorum. [singlepic id=947 w=200 h=150 float=right]Japonya’daki son akşamımdı, o yüzden hostel’e dönmeden son bir şehir turu yapmak istedim. Barış Bulvarı denen ana caddede ışık gösterileri varmış, veda için güzel bir rota oldu. Özenle süslemişler her köşeyi, güzel fotoğraflar çektim. Ve tabi son akşam yemeği için güzel bir Japon restaurantı bulup suşi, takoyaki ve anago’lardan ortaya karışık bir menü söyledim. Hatta yetmedi, dönüşte süpermarketten bir kutu suşi daha aldım 🙂 Hostel’de Japon ve Amerikalı gençlerle muhabbete koyulduk, tabi Türkiye’denim deyince Japonların “aaaaa, oooo” diye sevinmelerinin keyfini de son kez çıkardım. Muhabbet uzadıkça uzadı, yatağa döndüğümde saat 3’tü.

[singlepic id=945 w=200 h=150 float=left]Artık veda zamanı. Japonya’da birbirinden harika 18 gün geçirdim ve hala doyamadım bu ülkeye ve insanlarına. Üstelik Nikko, Nagazaki, Okinawa, Hokaido gibi gidemediğim o kadar yer kaldı ki. Ama dönüş uçuşum 9 Aralık’taydı ve planları değiştirip oyunbozanlık yapmak istemedim. Sonuçta Japonya yolculuğumun kendisi değil, sadece bir parçası ve bugün itibariyle güzel bir anı olarak geride kaldı. Şimdi ise Güneydoğu Asya zamanı.. Eminim Japonya’daki rahatlığı ve düzeni bu ülkelerde çok arayacağım, yemekleri çok özleyeceğim ama bu ülkelerin de ayrı güzellikleri, ayrı karakteri var. Hem her yer aynı olsaydı dünya ne sıkıcı olurdu be..

You may also like...

5 Responses

  1. Can says:

    Anladigim kadariyla yolculuk simdiden yaslandirmis seni bekran. Sosyal icerikli mesajlar vermeye basladin canimcim 🙂

  2. Nazan says:

    Kitap gibisin gerçenten de Bekran:)sayende çok güzel bilgiler öğrendim.Hiroşimadan çok etkilendim anlatıklarınla japonlara bir kez daha hayran kaldık.Bu arada resimler muhteşem birini arka plan yaptım bile:)verdiğin bu güzel bilgiler, anlatımınla ve resimlerle harikasın büyük bir zevkle okumaya devam ediyorum …:)

    • Bekran says:

      🙂 Ah Japonya, en sevdiğim ülkem, şimdiden nasıl özlüyorum bilemezsin. Dillerini bilsem hiç düşünmeden gidip yaşardım. Teşekkür ederim Nazan, tam gaz gidiyorsun bakıyorum. Yorumlarını eksik etme, hatta mümkünse her yer hakkında bir yorum bekliyorum 🙂

  3. Anonymous says:

    Japonyanın Hiroşima şehri kullanılıyomu

Leave a Reply

Your email address will not be published.

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.