Gökkuşağının Üstünde Bir Yer

[audio:somewhere_over_the_rainbow.mp3]

[singlepic id=1766 w=200 h=150 float=left]Hayatımın en uzun gününü yaşadım! Hayır, sıkıntılarla dolu geçmek bilmeyen bir günden bahsetmiyorum, gerçek anlamda tam 46 saat boyunca aynı günün içindeydim. Fiji Uluslararası Gün Çizgisi’nin batısında, Hawaii de doğusunda olunca, 10 Şubat akşam 11:30’da bindiğim uçağım sabah 10’da vardığında gün yine 10 Şubat’tı. Bana hediye edilen bu ekstra gün için ne kadar mutlu oldum anlatamam, bir gün fazla yolda olacağım daha ne olsun 🙂

Amerika’ya girişlerde pasaport kontrolleri genelde sıkıntılıdır, yani şu ana kadar başıma bir şey gelmemesine rağmen sıradan çevrilen, saatlerce bekletilen, üzeri defalarca aranan çok kişi duydum. O [singlepic id=1773 w=200 h=150 float=right]yüzden bu kontroller ufak da olsa bir tedirginlik yaratır. Ama burada nedense en kolay geçişimi yaptım. Görevli pasaportuma bakıp nerelere gittiğimi sorunca başladık muhabbete, o da mezun olunca benim gibi dünya turuna çıkmış ve yolu Türkiye’den geçmiş. 15 dakika kadar lafladık, arkamızdaki sıra gittikçe uzuyordu, ben de teşekkür edip yanından ayrıldım. Hawaii Amerika’nın en gözde balayı ve tatil yerlerinden, tüm medya kaynaklarında cennet diye reklamı yapılıyor. Amerika’nın batı kıyısına 4125 km uzaklıkta ve Pasifik Okyanusu’nun tam ortasında (yerleşim başlamadan önce olabilecek en ıssız adalar herhalde burasıydı). Ben de Fiji’den Los Angeles’a gitmem gerektiği için yol üstündeki bu cennette durmaya karar verdim. Acaba Hawaii kendisine yapıştırılan bu sözün hakkını ne kadar verecekti?

[singlepic id=1794 w=150 h=200 float=left]Hawaii’nin belli başlı adaları O’ahu, Hawai’i (Big Island) ve Maui. Uçuşlar genellikle Oahu adasındaki Honolulu şehrine yapılıyor, başka adalara geçmek isteyenler de buradan bağlantı yapıyor. Ben de topu topu beş günüm olunca başka yerlere geçip koşuşturmaktansa burayı iyice gezip tanıyım, aynı zamanda da karnaval öncesi biraz enerji toplayım diye düşündüm. Yoksa herkes Oahu’nun sahil kıyısındaki herhangi bir Amerikan şehrinden farksız olduğunu, gerçek Hawaii deneyiminin Maui’de yaşandığını, yanardağlara tırmanmak ve onları yakından görmek isteyenlerin ise Kaua’i’ye gittiğini söylüyordu. Özellkle yükseklikleri 4000 metre gibi çılgın rakamlara ulaşan yanardağlar [singlepic id=1816 w=200 h=150 float=right]Hawaii’nin en belirgin simgelerinden, tüm adalarda yanardağlar olmasına rağmen aktif olanlar Maui, Hawai’i ve Kaua’i’de. Aktifler ve yılın bazı günlerinde patlayıp lavlarını yamaçlar üzerinden şelale gibi denize boşaltıyorlar. Ve bu bölgeye patlamanın hemen ardından tekne turları düzenleniyor. Yeni Zelanda’daki Milford Sound’un ateşli olanını düşünün. Kendine güvenenler de patlama zamanlarında kraterin yakınlarındaki tepelere tırmanış yapıp alevlerin dansını izleyebilirler. Ömür boyu akıldan çıkmayacak bir tecrübe olacağı kesin. Artık bütün bunlar bir sonraki Hawaii gezisine kaldı, tabi bir daha ne zaman gelirim kim bilir 🙂

Honolulu’da beni konaklatacak birini bulmuştum. Malezya doğumlu, İsviçre büyümeli, Hawaii ikametli iki çocuk babası Iskandar beni iki günlüğüne misafir edebileceğini söylemişti. Uçağım 3 saat rötar yapınca evine sözleştiğimiz saatten çok geç varmış oldum, neyse o da uyuya kalmış da sıkıntı olmadı. Evi şahaneydi, şehir [singlepic id=1781 w=150 h=200 float=left]merkezinde 40 katlı süper lüks bir residence’ın 22. katında panaromik şehir manzaralı bir dairede yaşıyordu. Gelir gelmez yol yorgunuysam jakuzi ya da havuza geçip dinlenebileceğimi söyledi. Couchsurfing tam sürprizlerle dolu, bazen yerde bir uyku tulumunun içine girip yatmak zorunda kalıyorsunuz, bazen de öyle yerler çıkıyor ki karşınıza 100-200 dolar verip 5 yıldızlı otele gitseniz o lüksü bulamazsınız. Iskandar çalışmıyormuş, zamanının çoğunu golf oynayarak ve çocuklarıyla ilgilenerek geçiriyor. Ne kadar bitkin olsam da Hawaii’deki ilk günümü yatarak geçirmeyecektim. Hemen kendimi dışarı attım. Havaalanından gelirken yolda tanıştığım Hawaii’li bir adamla iyi ahbap olmuştuk, hatta sırf doğru yerde indiğimden emin olmak için kendi durağını geçip durağımda benimle beraber inmiş ve geri yürümek zorunda kalmıştı. İşte yolda konuşurken, haritadan adayla ilgili birçok tavsiye verip özellikle Cuma akşamları Magic Island’da yapılan havai fişek gösterisini kaçırmamamı söyledi.Ne tesadüf ki o gün Cuma’ydı ve şehri dolaştıktan sonra gösteriyi izlemek için fazlasıyla zamanım olacaktı.

[singlepic id=1770 w=200 h=150 float=right]Iskandar bu sırada bana geçen noelde Big Island’a gittiklerini, yanardağdan çıkan lavları izleyebildiklerini ve ne kadar muhteşem olduğunu ballandıra ballandıra anlatınca çok heveslendim. Gidiş-dönüş uçak bileti alır, bir gece kalıp lavları görür ve dönerdim. Hemen oranın hostel’lerinden birini arayıp şu anki lav durumunu sorduk, şansıma yanardağ şu anda “duraklama” dönemindeymiş ve turlar yapılmıyormuş. Böylece hevesim anında söndü gitti. Biz de önce Iskandar’le birlikte Best Buy’a gittik, kendime harici hard disk alacaktım. Amerika elektronik konusunda dünyanın en ucuz yerlerinden, fiyatlar Türkiye’nin neredeyse yarısı [singlepic id=1776 w=200 h=150 float=left]olunca başka şeyler de almamak için kendimi zor tuttum 🙂 Ardından beni Chinatown’a bıraktı, gezmeye başlamak için iyi bir yermiş. Ben pek numarasını göremedim nedense, belki her gittiğim yerde karşıma çıkan Chinatown’ların birbirinin aynısı olmasıdır, bilemiyorum. Yarım saat kadar oyalanıp asıl görmek istediğim yer olan Waikiki’ye giden otobüslerden birine atladım. Waikiki dünyanın en meşhur ve en çok fotoğraflanan plajı; filmlere, şarkılara, kitaplara defalarca konu oldu ve on yıllardır cazibesini asla kaybetmedi. Zaten otobüsten inip plaj kumlarına ayak bastığım zaman karşıma çıkan manzara karşısında hak vermemek elde değildi. Alabildiğine geniş bir plajı ve pudra şekeri kıvamında kumu yok, burayı önemli yapan denizinin berraklığı, sörf yapmaya oldukça elverişli oluşu ve arkaplanda manzarayı kuvvetlendirip tüm görkemiyle yükselen meşhur Diamon Head krateri. O da Oahu’daki diğer yanardağlar gibi sönmüş durumda, tepesine yürüyüş yapma şansı var ve şehrin başlıca aktivitelerinden biri. Plajdan sonra adayı tanıma, oryante olma amacıyla yaptığım yürüyüşlerle [singlepic id=1777 w=200 h=150 float=right]Waikiki bölgesini adım adım gezmiş oldum. Bölge daha çok alışveriş caddelerinden ve yüksek katlı otellerden oluşuyor. Ben Honolulu’yu Miami’ye çok benzettim, volkanları saymazsak birebir aynı. Yemek için cadde üstündeki küçük bir Japon restaurantında ramen görünce dayanamayıp içeri daldım, neredeyse Türk yemeklerini özlediğim kadar özlemişim rameni de 🙂 İçeride de Japon müşteriler, Japon garsonlar ve Japon menüler olunca yarım saatliğine zamanda ve mekanda geri döndüm Japonya’ya, o güzel günleri yadettim ve rameni tadını iyice çıkartarak aheste aheste yedim 🙂 Hawaii Asyalılar ama özellikle Japonlar tarafından işgal edilmiş durumda, buraya gezmeye ya da yaşamaya gelmiş onbinlerce Japon var. Hatta gördüğüm kadarıyla Honolulu’daki Asyalı sayısı Amerikalılarınkinden daha fazla. Hawaii yerlileri de çekik gözlü olunca Amerika’da olduğunuzu unutuyorsunuz adeta.

Hawaii 1893‘e kadar krallıkla yönetilen şirin bir Polinezya ülkesiydi. Uzun yıllardır Amerikan topraklarının bir parçası olmasına rağmen Hawaii’liler dillerini ve geleneklerini korumayı başarmışlar. Hawaii lisanı adanın her yerinde karşınıza çıkıyor, en  bilinen sözcük tabi ki “Aloha”, selamlar saygılar olsun anlamına geliyor. Hani renkli etekleri ve saçına takılı, boynuna asılı çiçekleriyle dans eden genç kızlar vardır ya, o da Hawaii’ye özgü. Dansa ise “Hula dansı” diyorlar. Plajlarda, otellerde ve alışveriş merkezlerinde her gün hula gösterileri oluyor. Ve her yerde hafif, melodik Hawaii müzikleri yayılıyor. Ama bir şarkı var ki, Hawaii’de geçirdiğim günlerde sürekli bunu duydum. Merhum Hawaii’li müzisyen Israel Kamakawiwo’ole’nin 17 yıl önce Doris Day şarkısına yaptığı yorumu burada o kadar beğenildi ki geçen zamanda adeta milli marşı haline geldi bu şirin adalar topluluğunun. Doris Day zamanında Oz ülkesi için kullanmıştı bu tabiri ama benim için şarkıyı duyunca artık aklıma Hawaii gelecek. O yüzden yazının başına şarkıyı eklemesem olmazdı. Siz de arkanıza yaslanın, yukarıdaki oynat tuşuna basın ve yazıyı okurken bu muhteşem şarkının keyfini çıkarın.

[singlepic id=1778 w=200 h=150 float=left]Akşam havaifişekleri izlemeye yetişebilmiştim. Deniz kıyısındaki şehir gökdelenlerinin hemen yanından atılınca gerçekten güzel görüntülere sahne oldu. Birçok fotoğraf çekip anı ölümsüzleştirdikten sonra yolun karşısındaki Ala Moana alışveriş merkezine girdim. Amerikan halkının en büyük eğlencesi alışveriş merkezlerinde zaman geçirmektir, Ala Moano da bu alanda Hawaii’nin en büyüğü olunca her daim büyük bir insan yoğunluğu vardı. Ben de Barnes&Noble’a girip ne zamandır aradığım kitabı buldum ve hemen aldım. Eve döndüğümde Iskandar dışında herkes uyumuştu, biraz lafladıktan sonra bana da ağırlık çöktü. Iskandar yatağımı gösterdi, çocukların odasında yatacaktım 🙂

[singlepic id=1785 w=200 h=150 float=right]Ertesi gün kalktığımda çocuklar anneleriyle çoktan ayrılmıştı. Iskandar de birazdan çıkacaktı. Benim de planımda adayı baştan başa dolaşmak vardı ve bunun için en iyi yol kıyı şeridinden giderek Oahu’yu turlayan “Circle Island” otobüslerinden birine binmekti. Burada otobüslerin sabit ücreti 2,5$, ister bir durak gidin ister 4 saatlik mesafedeki bir kasabaya, aynı parayı ödüyorsunuz. Üstelik ilk otobüse binişten sonra iki saat içindeki bir otobüs transferi bedava. Ben de adanın kuzeybatısında bulunan hippi sörf kasabası Haleiwa’dan başlıyım dedim. Hawaii sörfün anavatanı, çok eskilerde yerli balıkçılar su üstünde yüzen tahtalar yaparak dalgaların üzerinde gidip gelmeye başlamışlar. Bu eğlenceyi tüm dünyaya tanıtıp sevdirme işi ise Amerikalılara düşmüş. Derler ki Hawaii’de doğan çocuklar yürümeyi öğrenmeden önce sörf yapmayı öğrenir, doğrusu beş yaşında çocukların dalgalar üstünde nasıl ustaca kıvrıldıklarını gördüğümde şaşkınlığımı anlatamam. Waikiki Plajı sörfe yeni başlayan acemiler için birebir, dalgalar alçak ve güvenli bir sahile sahip. Ama Haleiwa ve hemen yakınlarındaki Sunset Plajı sadece buranın değil dünyanın en korkunç dalgalarına ev sahipliği yapıyor. [singlepic id=1788 w=200 h=150 float=left]Kışın belli günlerde Banzai Pipeline, Sunset Rip gibi isimler verilen dalgalar ortaya çıkmaya başlıyor, işte o zaman plajlar halka kapatılıyor ve sadece en usta sörfçülerin katıldığı turnuvalar sırayla düzenlenmeye başlıyor. Dalga boyları ise 10-15 metre civarında. Bazılarınız izlemiştir dünyanın en büyük dalgası üzerinde sörf yapan adamı, işte orası Hawaii 🙂 Ve bu yarışmalar sırasında sadece insanın insanla değil, insanoğlunun doğayla mücadelesinin en nefes kesici örneklerinden birine tanık olmak isteyen seyirciler ise bölgenin dik yamaçlarına kurulup dürbünleri ve fotoğraf makineleri ile hazır bekliyorlar. Benim bulunduğum dönem dalgaların en yüksek olduğu dönem değildi ama yine de 3-4 metreden az değillerdi. Hawaiililer çocuk oyuncağıymış gibi tepesinden, içinden, kenarından geçiyor bu dalgaların. Sörf aşkıyla yanıp tutuşan ve otobüsle gelirken burada şansını denemeyi umut eden bendeniz ise bu dalgalar ve kayalıklarla dolu sahil karşısında çok geçmeden vazgeçtim 🙂 Bu arada 2012 turnuvası Eddie Aikau anısına ithaf edilmiş, kendisi Hawaii’nin çıkarttığı en iyi sörfçülerden ve 30’lu yaşlarının başında trajik bir deniz kazasında yaşamını yitirmiş.

Haleiwa şirin bir kasaba ve çok sayıda turist çekiyor. Halkı sörfle yatıp sörfle kalkıyor ve bazıları evlerini, arabalarını hippi tarzı düzenlenmiş. Yolda yürürken çiçek çocuk ruhundan hala kopamamış bir çok yaşlı dede ve nine görmeniz de çok doğal. Buranın tek sıkıntısı ulaşımın zor olması, sadece bir otobüs geçiyor ve onun da belli saati yok. Gördüğüm kadarıyla ziyaretçilerin neredeyse tamamı arabalarla geliyordu. Ben de akşam saatleri [singlepic id=1787 w=150 h=200 float=right]yaklaşırken otobüs durağındaki tek kişi olmanın verdiği tedirginlikle yaklaşık bir saat kadar bekledim. Neyse otobüs geldi de geceyi konaklama imkanı olduğunu bile zannetmediğim bu yerde geçirmekten kurtuldum. Waikiki’ye dönüş için 2,5$ daha verdim, yol ise tam 4 saat sürdü 🙂 Ama otobüs bizi adanın en güzel manzaralı yollarından götürünce o sürenin nasıl geçtiğini anlamadım. Döndüğümde gece çoktan çökmüş, hava da soğuğunu hissettirmeye başlamıştı. Burada kış mevsimi olduğu için gündüzleri sorun yok ama akşamları sıcaklık 20 dereceye kadar düşüyor. Ben de biraz ısınayım diye kendimi yol üstündeki bir eğlence kompleksine attım. İçinde sinema varmış, ne zamandır sinemaya gidemediğimi farkettiğimden en cazip gelen filmlerden biri olan “The Descendants”a 10,75 dolar ödeyip biletimi aldım. Tesadüfe bakın ki, George Clooney’in oynadığı film de Hawaii’de geçiyormuş. Yürüdüğüm sokakları, gördüğüm manzaraları beyazperdede izlemesi çok hoş sürpriz oldu. Filmden çıkıp geceyarısında eve döndüğümde evde yine herkes çoktan uyumuştu.

[singlepic id=1786 w=200 h=150 float=left]Ertesi gün ayrılıp hostel’e geçme zamanıydı, Iskandar o gün yeni birini misafir edecekti, ben de Waikiki’de çoktan rezervasyonumu yaptığım bir hostel’e geçecektim. İyi ki de rezervasyon yaptırmışım çünkü o dönemde koca Honolulu’da hiçbir hostel’de tek uygun yatak kalmamıştı, tek çare pahalı otellerden birine geçmek ya da parkta evsizlerle beraber uyumak olurdu. Böylece Iskandar’le vedalaşıp Waikiki’ye geçtim. Hostel hemen plajın iki sokak arkasında olunca zaman kaybetmeden denize indim ve 3 saatliğine surf tahtası kiralayıp (25$) kendimi dalgaların üzerine bıraktım. İlk defa tek başıma denemeye kalkınca, üstüne sörf tahtam ileri seviye, plajın dalgaları da oldukça kararsız olunca bu üç saat pek başarılı geçti denemez, hatta bir seferinde sivri kayalarıkdan birinin tam ortasına düşüp ayağımı ve dizimi yardım. Tehlikeli spor gerçekten, şakası yok. O kadar yoruldum ki iki saat sonra kulaç atacak halim kalmamıştı. Ama yine de sörf yapmanın, dalgaların üzerinde ayağa kalkıp hızla ilerlemenin verdiği haz hiçbir şeye değişilmez, o yüzden Güney Amerika’nın plajlarında tam gaz devam! 🙂 Bu arada Hawaii’de sörfün farklı çeşitlerini de gördüm, en popüleri tahtanın üzerinde ayağa kalkıp kürek çekerek dalga yakalamaya çalışılan “stand-up paddle” isimli spor. Dışardan kolay gözükse de sörf tahtası üzerinde sadece dengeyi kurup ayakta durmanın bile ne kadar zahmetli olduğunu düşünürsek zor bir iş yapıyorlar. Tüm ana kas gruplarını çalıştırdığı için de birçok kişi artık spor salonuna gitmek yerine suyun üzerinde kürek çekmeyi tercih ediyormuş burada.

[singlepic id=1808 w=200 h=150 float=right]Ve Diamond Head! Hostel Diamond Head tepesinin hemen dibinde yer alınca ben de erkenden kalkıp sıcaklar çok bastırmadan yürümeye niyetlendim. Tabi tepe yakın gözüküyor ama girişe gelene kadar herhalde bir saat aralıksız tam tempo yürümüştüm. Giriş ücreti olarak 1$ alıyorlar, ardından 45 dakikalık dik bir tırmanışa başlıyorsunuz. Ama yukarıya çıkıp etrafınızdaki manzarayı gördüğünüz ilk an, dökülen her damla terin değdiğini kabul edeceksiniz. Bir [singlepic id=1807 w=200 h=150 float=left]tarafta Waikiki’nin gökdelenleri ve küçük kraterler, diğer tarafta Hawaii’nin sahil kıyısındaki malikaneleri palmiye ağaçlarıyla ve okyanus mavisiyle birlikte harika gözüküyor. Bol bol fotoğraf çektikten sonra inişe başladım. Yorgunluğumu adanın bir diğer önemli yeri olan Hanauma Koyu ile atmanın tam sırasıydı. Otobüse binip bir saat içinde koy [singlepic id=1813 w=200 h=150 float=right]girişine vardım. Oahu zaten volkanik patlamalar sonucu oluşan bir ada, çok eski zamanlarda bu patlamalar sonucu denize dökülen lavlar kuruyup sertleşiyor, adanın sınırlarını her geçen zaman daha da büyütüyordu. Yanardağ pasif [singlepic id=1811 w=150 h=200 float=left]hale geçtikten sonra da bazı noktalarda şiddetli okyanus suları ve dalgalar bu kayaların içini oymuş ve koyları meydana getirmiş.  Volkanik yapısı sayesinde çok zengin bir sualtı yaşamına sahip olan bölge hükümet tarafından büyük koruma altında, girişler son derece kontrollü yapılıyor (ücreti 7,5$) ve koya girmeden önce herkese belli kuralların anlatıldığı video izlettiriliyor. En güzel aktivite şnorkel ve maske alıp binbir çeşit deniz canlısını izlemeye koyulmak. Rengarenk balıklar arasında biri var ki Hawaii simgelerinden biri durumunda, ismi Humuhumunukunukuapua’a olan bu balığı görebilirseniz kendinizi oldukça şanslı hissetmelisiniz, çünkü insanlara karşı çok utangaçmış. Ben de şnorkel yapıp balığı görememenin hayal kırıklığıyla oradan ayrıldım. İki saatlik bir diğer otobüs yolculuğu sonrası hostel’daydım.

Honolulu’da yer sıkıntısı olduğu için iki farklı yere rezervasyon yaptırmıştım ve o gün ikinci yere geçmem gerekliydi. Seaside Hawaiian Hostel yolculuğumda kaldığım en iyi yerlerden biri çıktı, eksiği yok fazlası vardı. Ben de rahatı bulunca son iki günümü dinlenerek geçirdim. Aslında dalış yapmaya niyetliydim ama Hawaii’de iyi dalış okulu bulmak zor. 32 metre derinliğindeki Corsair batığında dalmak istiyordum ama oraya giden sadece bir iki okul olunca ve benim gittiğim zamanlarda ofisleri kapalı olunca vazgeçtim dalıştan. Ayrıca kış dönemi olduğu için balinalarin çiftleşme mevsimiymiş, kambur balinaları izlemeye götüren turlar düzenleniyordu ama balina seyrini de başka sefere bıraktım. Bir de Pearl Harbor’a gitmedim, çünkü hem pahalıydı (20$), hem de İkinci Dünya Savaşı’nda Japonya yanlısı olduğum için gitmeye gerek görmedim 🙂 Peki ne yaptım, gidip alışveriş merkezinden kendime birkaç kıyafet aldım ve yanımda biriken fazlalıkları, hediyelik eşyaları ve en önemlisi şu ana kadar çektiğim tüm resimlerin içinde olduğu hard diskimi Türkiye’ye postaladım. Yol boyunca en çok kafama takılan şeylerden biriydi, resimlere nolacak, ya çalınırsa, ya bozulursa.. Şu ana kadar 17000 resim çekmişim ve onlar giderse herhalde üzüntüden kahrolurum. O yüzden yolculuğumun yarısı geçmişken ve Güney Amerika gibi hırsızlığın oldukça yaygın olduğu söylenen bir yere daha gitmemişken onları yollamak en doğru çözüm gibi geldi, toplam 64$ dolar vermek zorunda kaldım ama kafanın rahat olması çok daha önemli bence. Hem de çantamda büyük yer kaplayan 3,5 kiloluk kullanmayacağım eşyalarımdan kurtulmuş oldum. Umarım sağsalim ulaşırlar 🙂

Böylece Hawaii’de hem gezerek, hem dinlenerek geçirdiğim günlerin ardından dünya turumun bambaşka bir aşamasına geçme sırası gelmişti. Güney Amerika’ya ulaşmak için tam 30 saat yolculuk yapmam gerekecekti, Los Angeles ve Panama’da aktarmalar vardı. Ama o kadar yolun karşılığını cömertçe vereceğinden eminim, çünkü Rio’ya indiğimde karnaval başlamış olacak ve ben şimdiden samba yapmaya hazırım 🙂

You may also like...

10 Responses

  1. Can says:

    External harddisk almana nedense en cok ben sevindim Bekran 🙂
    Samba dolu gunler seninle olsun…

  2. Can says:

    Ne zaman doneceksin? Bana bu yaz 20 gun izin verecekler amerikaya gitmessem kilimanjaroya tirmanalim mi beraber?

    • Bekran says:

      Hmm, tabi güzel geliyor kulağa ama ben dünya turumun sonunda dağa tırmanacak enerjinin kalacağını hiç sanmıyorum. Üstelik fiyatları 1000 dolardan başlıyordu yanlış hatırlamıyorsam, uçak bileti falan derken bütçemi altüst eder. Ama oraya elbet tırmanılacak, birkaç yıl beklersen gelirim seninle 🙂

  3. Berk says:

    Harika bir yazı olmuş Bekran, biraz uzun gelmesine rağmen zevkle okudum. Posta olayını duyunca gözlerim korkuyla açıldı, umarım bir sorun olmadan Türkiye’ye varırlar. 🙂

    • Bekran says:

      Sağol Berk, beğendiğine sevindim. Aynen, harddiskin sapasağlam vardığı haberini alınca çok sevineceğim 🙂 Kendine iyi bak..

  4. Cem says:

    yazı çok güzel olmuş Bekran, kafamda o anı aynen canlandırabildiğin için sana ; “Aloha !” diyorum =)

  5. ceyhun says:

    arkadasim iyi geziler . gezi yorumlarin benim Isvec’de Ingilizce dersime cok katkisi oldu Hawaii ile ilgili bir ödevimi sayende tamamlamis oldum. Bu arada yerinde olmak isteyen cok kisi var tadini cikar iyi tatiller 🙂

Leave a Reply

Your email address will not be published.

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.