Ekvador’da Macera Molası

[singlepic id=2501 w=200 h=150 float=left]Ekvador’da And Dağları’nın eteklerinde küçük bir kasaba, ismi Baños (İspanyolca Banyolar anlamına geliyor). Tungurahua Yanardağı’nın gölgesi altında zor zamanlar geçirmiş, 2006 yılında patlayan yanardağın lavları kasabaya dolu yönelince tüm bölgeyi boşaltmak zorunda kalmışlar, haftalar sonra her şeyin yoluna girdiği söylenip evlerine döndüklerinde huzurları sadece 1,5 sene sürecekmiş. 2008’de bir, 2010’da iki ve en son 2011 Nisan ayındaki  patlamalar yüzünden günümüzde güleryüzlü Banos halkın yüzlerindeki tedirginliği görmemek mümkün değil. 2006 yılı öncesi tepesine tırmanışlar düzenlenen, en gözde trekking rotalarını barındıran yanardağa şu sıralar yürüyüş yapmak intiharla eşdeğer, çünkü yanardağın sıradaki patlamasının yakın zamanda gerçekleşmesi bekleniyor. Yine de 10000 kişilik Banos, yıllardır Ekvador’un en gözde turistik cazibesi ve ne olursa olsun tacını kaptırmaya niyeti yok. Sebebi bir tarafta And Dağları, diğer tarafta Amazonlar gibi muhteşem bir doğaya sahip kasabanın her türlü macera sporuna imkan vermesi. Ben de durur muyum, hemen gittim 🙂

Amacım 2-3 gün kaldıktan sonra yola devam etmekti, sahilde yeteri kadar dinlendikten sonra burada birkaç doğa sporu yapar ve başkent Quito’ya geçerdim. Yalnız kasabada her şey ucuz olunca, harika insanlarla tanışınca ve sürekli yeni sporlar denemeye kalkınca ayrıldığımda tam 9 gün geçmişti aradan.

[singlepic id=2502 w=200 h=150 float=right]Banos’a akşam geç saatlerde vardığım için ertesi günü herhangi bir rezervasyon yapamayıp dinlenerek geçirdim. Kasabayı dolaşmak zaten 15 dakikayı almıyor, o sokaktan girdim, diğerinden çıktım, yemek yenecek iyi noktaları ve tur şirketlerini keşfetmeye çalıştım. Yerel halkı çok canayakın, beni Latin Amerikalı zannettikleri için direk İspanyolca konuşuyorlar, değilim buralardan deyince inanmıyorlar ve dalga geçiyorum zannediyorlar. Yemek için tercihim yerel lezzetler oldu tabi ki, buranın en özel yemeği Cuy diye geçen kobay faresi. İngilizce’de de Guinea Pig diye geçtiği için fare mi, domuz mu, yoksa tipinden dolayı tavşan mı anlayamadığım bu yiyeceği sadece haftasonları ve özel tatillerde sunuyorlarmış. O gün haftasonu olmadığı için ilk fırsatta denenecekler listesine aldıktan sonra [singlepic id=2520 w=200 h=150 float=left]diğer bir yerel tad olan Llapingachos’u seçtim: Kabaca ince dilim büyükçe bir biftek, sosis, yumurta, avokado ve pilavdan doluşan doyurucu bir tabak. Diğer Güney Amerika şehirlerinde olduğu gibi burada da içi yemek ve taze meyve suyu yapan standlarla dolu olan “Mercado” var, 2-3$’a koca bir tabak yemek yiyebiliyor, öğle vakitlerinde 2,5$’a çorba, ana yemek ve meyve suyundan (favorim morada-böğürtlen suyu) oluşan günün menüsünü söyleyebiliyorsunuz. Herkes içiçe oturduğu için sosyalleşme alanı olarak da fayda görüyor, orada geçirdiğim süre içinde buraya sık sık yolum düştü 🙂 Günün geri kalanını tur şirketlerinden aktiviteler ile ilgili bilgi alarak geçirdim, sonunda güvenilir gelen birinden Banos’taki ilk aktivitem için rezervasyon yaptırdım: Canyoning! Neler yaptığımı aktiviteler üzerinden anlatacağım, buraya gelecekler için iyi bir referans olur.

Canyoning

[singlepic id=2503 w=200 h=150 float=right]Canyoning ya da Rapelling kısaca ipe bağlı bir şekilde şelalelerden inilen bir spor, kaya tırmanışının ıslak olanı. Yarım günlük, beş şelaleyi içeren tur için 25$ ödedim, şelalelerin yüksekliği 5 ile 45 metre arası değişiyor 🙂 Sabah tur şirketine gittiğimde Lübnan’lı Jana da bize katılacaktı, tanıştığım ilk Lübnanlı oldu ve çok canayakın çıktı. Söylediğine göre ilk planında bir sene boyunca Güney Amerika’yı turlamak varmış ancak vize problemi yüzünden suya düşmüş. O da kıtadaki vize istemeyen tek ülke olan Ekvador’da 6 ay geçirmiş, birkaç hafta içinde de vize alabildiği tek yer olan Peru’ya geçip zamanının kalanını orada geçirecekmiş. Diğer ülkelerin tamamı Lübnan’lılara büyük zorluk çıkartıyormuş, dünyada kendilerinden vize istemeyen birkaç ülke varmış sadece. Hatta bazı ülkeler kendilerine direk uyuşturucu bağımlısı muamelesi yapıp vizeye başvurmak için ön şart olarak uyuşturucu testi istiyormuş! Türkiye yine bakmayın, vize konusunda iyi konumda, anadili İngilizce olan ülkeler, Avrupa, Çin ve Vietnam dışında rahatça gezebiliyoruz.

[singlepic id=2507 w=200 h=150 float=left]Jana, rehberimiz Joni ve ben wetsuit’lerimizi kuşanıp ilk şelalemize doğru ilerlerken yolda Güney Koreli Min’i de aldık. Aaa Güney Koreli, aaa Türk, kardeşiz biz, dostuz derken ufak yolculuğumuz çok eğenceli geçti. İlk şelalemizde Joni işin inceliklerini bize öğretiyor, iyi bir kaya tırmanışçısı olduğunu söyleyen Jana da kendisine asistanlık yapıyordu. İple sarkıtılarak aşağı inmeye alışmak biraz zaman aldı, kaygan şelale taşları üzerinde sağlam basacak yer bulmak bir yana, tazzikli su fışkırtan itfaiye hortumları misali bizi oradan oraya fırlatan şelale de ayrı dertti 🙂 İlk şelale alışmak içindi zaten, ikinci üçüncüsünde daha rahattık ve dördüncüsünde farklı bir şey deneyip kayaları kaydırak olarak kullanarak şelale havuzuna atladıktan [singlepic id=2508 w=150 h=200 float=right]sonra sıra 45 metrelik son sınava gelmişti. Yukarıdan bakması bile korkunç olan dev şelaleden nasıl ineceğiz diye kara kara düşünüyordum ki Joni burada da aşağı atlayacağımızı söyledi! Tek bir ip bizi belimizden bağlayacak ve Joni’nin elleri zincirden geçirilmiş ipi belli bir hızda aşağı sarkıtacaktı, yani olur da ipi elinden kaçırırsa kaderimize razı olacaktık. İlk Jana indi, uçurumdan göremediğimiz için tek duyduğumuz çığlıklarıydı. Baktık, yaşıyordu, ben de arkasından gittim. 45 metre serbest düşüş hissiyle dev şelalenin altına inmek çok güzel bir duyguydu, böyle bir tur için de görkemli bir son oldu. Min de yanımıza uçarak geldikten sonra dönüş yoluna başladık. Yarım saat kadar ormanın içinde ilerledikten sonra ilginç kıyafetimiz ve kaskımızla yerlilerin şaşkın bakışları altında küçük bir köye ulaştık ve bizi kasabaya döndürecek aracı beklemeye koyulduk.

Puenting

[singlepic id=2513 w=200 h=150 float=left]Hep Jana yüzünden oldu, yok puenting diye bungy jumping benzeri ama ayak bileği yerine gövdeden bağlanılarak köprüden atlanılan bir aktivite varmış da, çok yapmak istiyormuş ama korkuyormuş da, ben de onunla gidersem cesaret alıp atlarmış. İyi dedim geliyorum, canyoning sonrası Min’e veda ettikten sonra atlayışın yapıldığı köprüye yürüdük, 5 dakika mesafedeydi. Atlayış yüksekliği 120 metre, aşağıdaki ise tüm gücüyle akan korkunç bir nehir var. Fiyatı sadece 15$, video ve fotoğraf isterseniz 5$ ekstra. Nepal’de 90€ verdiğim atlayış aklıma geldi de [singlepic id=2514 w=200 h=150 float=right]irkildim birden 🙂 Basit bir platform kurmuşlar, ekipmanı kuşanıp ana halata bağlandıktan sonra platformun tepesine çıkıyorsunuz, o manzara altında adeta zaman duruyor ve tek duyduğunuz arkanızdan gelen üç iki bir sesleri oluyor. Ve kendinizi boşluğun ortasına bırakıyorsunuz.. Çok sürmüyor, yarım saniye sonra halatın çekişiyle köprünün altında bir ileri bir geri sallanmaya başlıyorsunuz. Önce Jana’yı attık aşağı, benim güven verici sözlerim sayesinde çok düşünmeden atladı. Ardından ben geldim, dürüst olmak gerekirse ne kadar adrenalin dolu olursa olsun dördüncü bungy jumping deneyimim olduğu için ilkindeki heyecanımı bulamıyorum artık. Bundan sonra yeni ve daha ilginç, daha tehlikeli şeylere yönelmeliyim. Ancak ilk atlayış yapanlar için unutulmaz bir macera olacağı kesin.

Rafting

Ertesi gün rafting zamanıydı. Canyoning’i satın aldığım Wonderful Ecuador şirketi çok güvenilirdi ve rafting’i de onlarla yapmaya karar verdim. Yarım günlük öğle yemeği dahil tur 25$. Sabah 9’da ofise gittiğimde grubun geri kalanı hazır bekliyordu. Özellikle İngiltere’den gelen 70’li yaşlarında iki nine bahse değer, sırtçantalarını sırtlamış kendi başlarına Ekvador’u dolaşıyorlar. Rafting noktasına giderken birbirimize şehir ve hostel tavsiyeleri falan veriyorduk, ellerinde Lonely Planet kitabı, yaptıkları geziden çok keyif aldıkları belliydi. Maceraya da çok meraklılar, daha geçen gün yaptıkları ziplining’in ne kadar [singlepic id=2517 w=200 h=150 float=left]heyecanlı olduğunu anlatıp duruyorlardı. Bungy denemelerini söyleyecektim, vazgeçtim 🙂 Rafting noktası için birkaç seçenek var, hava ve grubun durumuna göre nereye gidileceğini rehberler karar veriyorlar. Pastaza Nehri yılın bu dönemlerinde yağış miktarına göre Grade III ya da IV olurmuş, yağmur sezonunda ise Grade V. Rafting’te zorluk derecesi I-VI arası değişiyor, I durgun suyu ifade ederken, VI ise dev dalgaların eksik olmadığı, yüksek yaralanma riski barındıran çok tehlikeli nehir anlamına geliyor. Grubumuz pek deneyimli ve fit insanlardan oluşmayınca bizi Grade III bölgesine götürdüler. Wetsuit’lerimizi kuşandık, liderler tarafından hızlıca temel kuralları dinledik ve iki gruba ayrıldık. Şili’li bir aile ile aynı gruptaydım, çok sevimlilerdi ve doktor olduğumu duyunca çok memnun oldular. Zaten yurtdışında kime doktorum desem sevinip saygı duyuyorlar, Türkiye’de ise sövüp öldürüyorlar, lanet olsun onlara.. LAN Havayolu şirketinin uçak mühendisi olarak çalışan Juan Carlos ile öne geçip grubu dalgaların kucağına sürükledik. 1,5 saatlik gezi çok adrenalin yüklü değildi ama küreklere asılıp bağıra çağıra çok eğlenceli zaman geçirdik. Özellikle Amazonlar’ın hemen sınırında olduğumuz için dev ormanların görkemi karşısında adeta boyun eğdik, fotoğraf makinem olsaydı da o anları burada paylaşabilseydim keşke. Dönüş yolunda da set menüden oluşan tipik Ekvador yemeğimizi yedikten sonra öğle 1 gibi kasabaya vardık.

Bisiklet ile Şelaleler Turu

[singlepic id=2516 w=150 h=200 float=right]Üç gün olmuştu Banos’ta, yola devam mı etsem yoksa başka aktiviteler mi yapsam diye düşünüyordum. Otel odam rahattı ve Montanita’daki kalabalık hostel’den sonra kendi banyomun olduğu, kahvaltının da gayet doyurucu olduğu bir yerde zaman geçirmek iyi gelmişti, günlük 8$ da hiç fena fiyat değildi. Hotel Transilvania İsrailli çok cana yakın bir çift tarafından işletiliyor, tavsiye olunur. Üçüncü günün akşamı yemeğimi yemiş, odada oyalanıyordum ki kapı çaldı, oda arkadaşı gelmişti bana. Odam ikiz yataktan oluşuyordu ve her [singlepic id=2518 w=200 h=150 float=left]an gelecek diye beklediğim kişi İspanyol Angel oldu. Angel Barcelona şehrinde yaşıyor, o kadar kafa, o kadar eğlenceli çıktı ki odayı biriyle paylaşacağım diye üzülmek yerinde Banos’ta daha fazla kalma planları yapmaya koyuldum. Çıkıp şehri dolaştık biraz. Ekvador ve Kolombiya’yı görmek için gelmiş, asıl amacı Kolombiya’da yerel komünleri ziyaret edip sustainable (kendi kendine yeten, sürdürebilir) yaşam tarzını oturtmaya, dünyayı değiştirmeye çalışmaktı. Spiritüel bir kişiliği ve burada yazamayacağım çok ilginç hayat hikayesi vardı. O Banos’tan ayrılana kadar dört günü birlikte geçirdik. İlk günün aktivitesi dağ bisikleti kiralayıp kasabanın etrafını turlamaktı.

[singlepic id=2519 w=150 h=200 float=right]Angel bisiklet delisiymiş, bisikletten anladığı için şehirdeki tüm bisikletçileri dolaşıp en iyisini bulana kadar dolaştık, sonunda karar kıldığımız yer yine Wonderful Ecuador oldu 🙂 Günlüğü 5$’a üst kalite dağ bisikletlerini kiralayıp bir de harita veriyorlar. Bölgenin en popüler rotası “Rutas de las Cascadas” diye geçen, üstünde sayısız şelale barındıran 20 km’lik yol [singlepic id=2524 w=150 h=200 float=left]. Yokuşlu inişli olunca o 20km’yi toplam 8 saatte alabildik, ama sık sık mola verip neredeyse tüm şelaleleri ziyaret ettik. Özellikle Pailon del Diablo denilen şelale çok görkemli, küçük bir kasabada durup bisikletleri zincirledikten sonra 30 dakika orman içinden ilerleyerek ulaştık. Her 5 metreye balkonlar kurmuşlar, kimine ulaşmak için daracık mağaralardan geçmek zorundaydık. Şelalenin ardından bir yarım saat daha yürüyerek bisikletlerimize döndük, çok tatlı Ekvadorlu bir kadının tek başına idare ettiği [singlepic id=2536 w=200 h=150 float=right]yerel restaurantlardan birinde şahane bir yemek yedik ve kalan 2km’lik mesafeyi katetmek için yola koyulduk. Bacaklar isyan etmeye başlamıştı, hava da kararacağının sinyallerini veriyordu, yine de son ve en büyük şelaleyi görmek için bir bir saat daha merdiven inip çıkmamıza engel olmadı bu, Angel de benim kafadan olduğu için şanslıydım. Orayı da tamamladıktan sonra gönül rahatlığıyla dönüş yoluna koyulduk. Bisikletçiler için özel kamyonetler var, buraya kadar gelenlerin karanlıkta bir 20km daha sürmesi çok zor olduğu için iyi düşünmüşler, sadece 1$ verip bisikletlerimizi kamyonete yükledik ve diğer bisikletçilerle laflaya laflaya gittik. Döndüğümüzde iyi birer (ikişer, üçer?) büyük birayı haketmiştik 🙂

Termal Banyolar

Kasabaya adını veren  termal banyoları görmeden dönmek olmazdı. Volkanik taşlar sayesinde ısıtılan termal havuzlar bölgenin en popüler atraksiyonlardan biri, kasabaya adını vermişler daha ne olsun 🙂 Birçok seçenek var ama en iyisinin merkeze 5 dakika yürüyüş mesafesindeki yüksek bir şelale altında yer alan El Virgen Banyoları olduğunu duyduk. Sabah 5’te açılıp akşam 10’da [singlepic id=2530 w=150 h=200 float=left]kapanıyor, girişi gündüz 2 dolar, akşam 3. Dağ bisikleti yaptığımız günün akşamı kasları gevşetmeye gidelim dedik ama gittiğimiz gibi dönmek zorunda kaldık, akşam 8’de nasıl bir kuyruk vardı anlatamam. Sorduk ki akşam saatlerinde böyle olurmuş, bunun keyfi en güzel sabah erken saatlerinde çıkarmış. Biz de ertesi günün sabah 8’inde tekrar gittik, bu saatte bile kalabalıktı ama havuzun bir köşesinde rahat edemeyecek kadar değil. 1,5 saatimiz yoğun mineralli kırk küsür derece suyun altında pişmekle geçti. Havuzdan çıkınca öyle bir hale gelmiştik ki eller ayaklar büzülmekten tanınmayacak hale gelmiş, bacağımızı kıpırdatacak enerjimiz kalmamıştı. Biraz kestirdikten sonra yemek yemeye çıktık, Mercado’da yeni lezzetler deneme zamanıydı, günün menüsü üzeri pıhtı kan ve avokado ile süslenmiş bağırsak çorbası ile başlıyordu. O bağırsak eti bizim kokoreçe pek benzemiyordu, çok memnun kaldığımı söyleyemem 🙂 Yine de ana yemek iyiydi ve karnımızı doyurmuş, kendimize gelmiştik. Ben de Angel’i köprüden atlayış yapması için ikna etmeye koyuldum. Daha önce hiç yapmamış ama benim gazımla koşa koşa gitti. O gün tatil olunca köprü ana baba günüydü, obsesif arkadaşım ekipmanın sağlam olduğuna inanması için en az 20 kişinin atlamasını izledikten sonra kararını verdi ve kendini 120 metreden aşağı bıraktı.

[singlepic id=2529 w=200 h=150 float=right]Ertesi gün Angel canyoning yapmaya gitti, son günüydü ve son bir aktivite yapmak istiyordu. Döndüğünde öğlen otobüsüne binecekti, yemek yemeye çıktığımızda aktivite sırasında tanıştığı üç Fransız gençle buluştuk. Sofi ve Jonathan genç evli çiftimiz, benim gibi dünyayı dolaşıyorlarmış. İngilizce çok az biliyorlardı, onlar İspanyolca konuştu ben İngilizce, gayet iyi anlaştık 🙂 Adrien ise Güney Amerika’yı dolaşmaya çıkmış mimarlik öğrencisi tipik bir Fransız gençti. Angel’e veda edip onu uğurladıktan sonra Fransızlarla dolaşmaya koyuldum, benim yanımdayken Fransızca konuşmamaları ve her şeyi anlatmaya çalışmaları karşısında çok duygulandım. Akşam buluşmak için sözleştik, Adrien’le zaten aynı hostelde kalıyorduk, hadi bilardo oynayalım dedik ki bir süre sonra İsviçreli arkadaşım Alexandra çıkageldi. Daha önce de yazmıştım, Peru’da unuttuğum kameramı almıştı, sonunda makineme kavuştuğum için çok sevinçliydim 🙂 Kendisi de benimle aynı rotayı izlediği için bir süre beraber gezmeye karar verdik, yeni bir yol arkadaşım var artık. O akşam hep birlikte dışarı çıkıp bir bara geçtik, kokteyller peşi sıra geldi, Birleşmiş Milletler gibiydik adeta, İngilizce-Almanca-Fransızca-Türkçe-İspanyolca muhabbet ederek çok eğlendik.

Buggy & Canopy

[singlepic id=2542 w=150 h=200 float=left]Yapmadığım iki üç şey kalmıştı, bunlardan biri buggy denilen kafes araçlarıyla dolaşmaya çıkmaktı. Alexandra’yı gaza getirdikten sonra sorduk soruşturduk, saatliği 9$’a iyi bir araç bulduk. Rotamız yine Rutas de las Cascadas’tı. Tur görevlisi saatte 25 km’den fazla hızlı gitmememizi söyledi ama anayolda o kadar yavaş gitmek pek mümkün değildi 🙂 Barajlardan, tünellerden, köprülerden tam gaz ilerleyerek iki saat boyunca keyfini çıkardık. Manzara inanılmazdı, yemyeşil ormanlar, tepeler, onları yaran vadiler.. 20 kilometre ilerleyip yine Machay’da noktaladık [singlepic id=2541 w=200 h=150 float=right]turumuzu, isteyenler 45 kilometre mesafedeki Puyo’ya gidip Amazon ormanlarını da geziyorlardı. Dönüş yolumuzda solda bir yazı dikkatimizi çekti: Canopy. İki tepe arası kablo çekmişler, demirlere asılarak hızla karşıya geçiyorsunuz. Gidiş-dönüş 15$ istiyorlardı, yapan bir iki kişiyi izledikten sonra dayanamayıp aracı parkettik ve kendimizi platforma attık. Önce ikimiz aynı anda karşıya geçtik, son hızda belki yerden 100 metre yükseklikte sadece bir halatın tuttuğu demire asılarak ilerlemek farklı bir deneyimdi benim için. Dönüşümüzü ise tek tek yaptık. Canopy gibi ziplining denen bir aktivite de var, daha çok dar vadilerde zigzaglar şeklinde kurulmuş düzeneklere asılarak bir oraya, bir buraya ilerliyorsunuz. Onu da gördüğümüzde yapacağım elbet 🙂

[singlepic id=2545 w=200 h=150 float=left]Döndükten sonra Ekvador’un en büyük lezzetlerinden biri olan Cuy’u deneme zamanıydı. Izgara üzerinde bütün olarak pişirilen hayvan pek içaçıcı bir görüntü sunmasa da tabakta tek porsiyon sipariş ettiğinizde en azından sadece kolları ya da bacaklarını görüyorsunuz. Alexandra tavuk tercih etmekle yetindi, yine garip şeyler deneyen adam ise ben oldum 🙂 Bir kere eti çok sert, bıçakla kesmesi bir ömür sürüyor. Zaten ızgaracı teyze en kolayının elle yemek olduğunu söyledi, ben de öyle devam ettim. Tadı tavuğa benziyor ama derisini sakın denemeyin, acayip bir tadı var. Yanında söylediğim böğürtlen suyu neyse ki her türlü tadı bastıracak kadar güçlüydü. Böylece 4$ verdiğim bu ilginç yeme deneyiminden sonra kasabayı turlamaya devam ettik. Bir diğer popüler [singlepic id=2534 w=200 h=150 float=right]lezzet şeker kamışı, hemen hemen her sokağa sağlı sollu kurulmuş onlarca şeker kamış dükkanından ister sıkılmış suyunu içiyor, ister parçalarını çiğniyorsunuz. Sıcak altında çok ferahlatıcı ve tam bir enerji deposu. Oradan ayrıldıktan sonra hemen karşıdaki şekerci dükkanlarına göz attık. Lastik gibi uzayan şeker kamışından yapılma “melcochas” adlı tatlıyı duvara vurup vurup fıstıkla süsleyerek dikdörtgen parçalara ayırıyor ve satıyorlardı. Çeşitli aromalar da katmışlar, bazıları çok şekerli bazıları da tam kıvamında. Bizim akide şekerimiz gibi tadları var, her ne kadar çok beğenmesem de yerel ekonomiye katkı yapmak adına yaşlı bir teyzeden küçük bir parça aldım ve onca yemeğin üstüne bir de bunu yemeye koyuldum 🙂

Günlerden Cuma olunca, Banos’ta gece hayatını da görelim dedik. Barlar sokağı diye geçen yerde topu topu 6-7 farklı mekan var, birinden çıkıp diğerine girerek hepsini görmüş olduk. Genelde salsa çalıyorlardı, içleri ise en fazla 15-16 yaşlarında, dans etmeye gelmiş Latin kızlarla doluydu. Leprechaun Bar içlerinde kaliteli olanlardan biriydi, çift katlı, teraslı, her bölümünde farklı müzikler çalan büyük bir kompleks, 18 yaşından küçükleri de almıyorlar. Artık o akşam ne kadar içtiğimizi hatırlamıyorum, akşam yemeğindeki bir şişe şarap üstüne iki mojito, iki long island ice tea ve iki pisco sour’dan sonra sayacak halim kalmamıştı 🙂 O kafayla salsa bile yaptım, Alexandra zaten çok iyiymiş dansta bana birkaç figür gösterdi. Kasabada gece hayatı 2’de sona eriyormuş, biz de o vakte kadar eğlencenin dibine vurup hostel’e döndük.

Dolu dolu geçen dokuz günün ardından artık yola devam etme zamanıydı. Sabah kalktığımızda bünyede hala alkol vardı, dışarı çıkıp mideyi çok sarsmamak adına hafif bir şeyler atıştırdıktan sonra otobüs terminaline yürüdük ve Quito’ya her yarım saatte bir kalkan otobüslerden ilk gördüğümüze atladık. Quito Banos’tan daha yüksek rakıma sahip, yol boyunca otobüs yokuşları çıkarken başağrısı baş gösterse de üç saat sonra vardığımızda çok harap halde değildik. Ekvador’u keşfetmeye devam, sahil, dağlar, nehirler ve ormanların ardından büyük, tarihi bir şehir görmek tam ihtiyacım olan şey.

You may also like...

12 Responses

  1. Kemal Kaya says:

    Che’nin gül bahçeleri, And dağları Sierra’lar.

  2. serdar says:

    harıka dostum 🙂

  3. serdar says:

    bu arada sana bır fotoğraf makınası gonderelım artık 🙂 mesela sen bır adres ver buradan kargolayalım uyarsa mesajını beklıyorum kardesım.

  4. MariaLopez says:

    Biz Kaş’ta iki dekka Kıbrıs Kanyonu’nda canyoning zorlayalim senin su yaptigina bak : ) Her adiminda her yazinda can cektirmeye devam ediyorsun ama canina keyfine degsin. Kafaya koydurttun illa gidilecek de Cuy muy yemem arkadas net!

    • Bekran says:

      Cuy ben de yemem bir daha, deneyelim onu da tecrübe olsun maksatındaydı 🙂 Çok teşekkürler 🙂

  5. Fatih says:

    Eski fakulte arkadaslarınızdan biri ile aynı yerde calısmam ve ona gonderdiginiz bazı fotografları sabah vizitlerinde bilgisayarın background’u olarak bulmam ile tanıdım sizi, sitenizi bir iki saattir okuyorum daha da okuyasım var. Okurken aklıma motorcycle diaries filmindeki Che geldi:) Dunyanın en dogru secimini yapmışsınız fakulte sonrası yapılacak seyler arasında.
    Yazdıklarınız sabahın köründe hastane koridorlarında hayali yolculuklara cıkartabiliyor…Güney amerikaya selamlar:))

    • Bekran says:

      Çok teşekkürler, ben de yolda geçirdiğim bu süre sonrası düşünüyorum da böyle bir tur için daha iyi zaman olamazdı. Hiç pişman değilim ve keşke daha fazla zamanım olsaydı da görülmedik yer bırakmasaydım diyorum.

      Kolombiya’dan selamlar 🙂

Leave a Reply to Kemal Kaya Cancel reply

Your email address will not be published.

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.